Ali Sirmen
Ali Sirmen asirmen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Fiili dikta mı? Anayasal dikta mı?

18 Ekim 2016 Salı

Kimileri, şu anda var güçleriyle, başkanlık sistemini tartıştığımıza herkesi inandırmak istiyor.
Oysa şikâyetçi olduğumuz ve gündemimizi meşgul eden, başkanlık sistemi değil, tek adam yönetimidir.
Şu ya da bu biçimde, yasama, yürütme ve yargının bütün dizginlerini ele geçirmiş olan, her türlü yetkiyle donatılmışken, sorumluluğun ve denetimin, tümünden azade tek adamın egemen olduğu düzene genelde tek adam rejimi, bizde de Reis Rejimi denilmekte.
Kuvvetler ayrılığının esamisinin okunmadığı Reis Rejimi’nde, temel hak ve özgürlükler rafa kaldırılmış, gazeteciler, yazıp çizenler içeri tıkılmış, her şey Reis’in ihtiyarına bırakılmış durumdadır.
Kendisi de Reis’in keyfine uygun davranmakla yükümlü olan Reis’in partisi şu anda fiili Reis Rejimi’ni anayasal bir kılıfa büründürmek amacında, başkanlık etiketli bir Reis düzeni anayasasını kabul ettirmek peşindedir.
Böyle bir düzenlemenin, neyi değiştirip, ne işe yarayacağını anlamak imkânsız.
Her şeyden önce, çağımızda anayasa kavramı denince, yurttaşın temel hak ve özgürlüklerinin sınırlarını genişleten, güvencelerini arttıran metinler anlaşılır. Yani anayasalar, yönetileni yöneten karşısında güvenceye alırlar, yönetenin yönetilen karşısındaki yetkilerini arttırmazlar.
Anayasa yurttaşın anasını ağlatan yasa değildir.

***

Bizde bir anayasa fetişizmi var. Sanılıyor ki, anayasa her şeyi çözer. Zannediliyor ki, gelişmiş demokrasiler, iyi anayasaları olduğu için o durumdadırlar. Biz de iyi bir anayasaya kavuşsak, bütün sorunlarımız çözülecektir.
Oysa, anayasalar neden olmaktan çok sonuçturlar.
Yani demokratik toplumlar, demokratik anayasaları olduklarından demokrat olmuyorlar, demokrat olduklarından demokratik anayasa temelinde uzlaşıyorlar.
O toplumların, demokratik uzlaşma kültürleri anayasalarının da güvencesini oluşturur.
Yoksa, yeterince demokrasi birikimi olmayan bir topluma, çağının en ileri, demokratik kurumlarıyla donatılmış bir anayasayı getirip yürürlüğe koysanız, sonuç değişmeyecek, toplum, zaman içinde, o anayasayı kendine benzetecek, yine çağ dışı kurumlar ve uygulamalar pratiğine dönecektir.
Nitekim bizde de öyle olmuş, dönemine göre, bayağı ileri sayılan 1961 Anayasası’nı, “bununla bu ülke yönetilemez” gerekçesiyle kadük etmek üzere asker ve sivil el birliğiyle hareket etmiş ve zamanla ülke bugünkü haline gelmiş bulunmaktadır.
Bugün Türkiye’nin düşünce özgürlüğüne saygılı, kuvvetler ayrılığı ilkesine uygun davranan, yargı bağımsızlığına sahip, bir yönetime ihtiyacı var.
Bunları yaşama geçirecek bir iktidar ve bu ilkelere uyulmasının güvencesi olan bir kamuoyu ve denetim mekanizması güvenceye alınmış, baskı tehdidi Demokles’in kılıcı gibi tepesinde sallanıp, durmayan bir muhalefet oluşturulamazsa, yeni anayasa da yapılsa hiçbir şey değişmeyecektir.
Ne yazık ki, şu anda yapılmak istenen tam da budur.

***

Oysa baskı mekanizmalarını, yasal veya anayasal kurumlar haline sokmak onlara meşruiyet kazandırmaz.
Yani infaz yasalarına, suçun mahiyetine göre infaz kurumlarında işkence uygulanabileceği kaydı düşülürse, işkence mazur mu görülecektir?
İşkenceyi yasalaştırarak meşrulaştırmaya çalışmak, özrü kabahatinden büyük davranışın en çarpıcı örneği olur ve hiçbir şeyi de çözmez; tıpkı tutuklama yetkisinin yürütmenin ihtiyarına bırakıldığı bir anayasal düzenlemenin hiçbir şeyi çözmeyeceği gibi...
Bu durumda Reis Rejimi’ni, başkanlık sistemi etiketi altında anayasal kılıfa uydurmanın ne anlama geldiğini kestirmek güç olmasa gerek.
Şu anda bize “kırk katır mı, kırk satır mı” gibisinden sorulmak istenen soru da aynen şudur:
- Fiili dikta mı istersin, yoksa kılıfına uydurulmuş, anayasal dikta mı?
“Biz bu durumu hak ediyor muyuz” sorusunun cevabı da genelde “evet” olduğundan onu telaffuz bile etmiyorum.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları