Ali Sirmen
Ali Sirmen asirmen@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

‘Esed’ yine ‘Esad’ olacak ama...

20 Eylül 2019 Cuma

Cumhurbaşkanı Erdoğan üç gün sonra başlayacak New York BM gezisi sırasında, gerçekleşecek ABD Başkanı Trump ile görüşmesinde, “güvenli bölge” konusundaki endişelerini doğrudan, muhatabına ileteceğini açıklamıştı. Cumhuriyet okurlarının artık yakından tanıdığı emekli General yazar Ahmet Yavuz, dünkü yazısında, bu konuda iktidarın çeşitli odakları arasında “zıtlık” olduğunu yazıyordu.
Gerçekten de, Milli Savunma Bakanı Akar’ın tersine Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu ABD yönetiminin, Kuzeydoğu Suriye’deki tavrına kuşkuyla yaklaştığını her konuşmasında açıkça dile getirmekteydi. Bu kaygılarına karşın, Çavuşoğlu henüz Fırat’ın doğusunun güvenliği konusunda, Esad’ın muhatap alınmasını açıkça telaffuz etmiş değildir. Oysa, kamuoyunun ve siyaset dünyasının çoğunluğu bu görüşte.
Şimdi herkes, bölgeye İhvancı ve neo- Osmanlı gözlüğüyle baktığından Suriye politikasını Esad karşıtlığı temeline oturtmuş olan Erdoğan’ın nasıl bir tutum benimseyeceğini merak ediyor.

***

Bilindiği gibi ABD’nin etkisi ve eteklemesiyle “kardeşim Esad”, bir gecede Esed olmuş ve Tayyip Bey’in baş hedefi haline gelivermişti.
Türkiye, Suriye’de çözümün yolunun Esad ile mücadeleden değil, müzakereden geçtiğini bir türlü anlamayan Tayyip Bey’in yanlış politikasının bedelini ağır ödedi ve de ödüyor.
Ama artık bir dönüm noktasına gelindiği söylenebilir.
Sakınımlı davranmak gereğini unutmadan Tayyip Bey’in inadının kırılmakta olduğunu gösterir belirtiler olduğunu ifade etmek gerek.
Her şeyden önce Çankaya’da toplanmış olan ve sürdürülebilir bir barışın koşulu olarak, Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğüne saygılı bir çözümü özenle vurgulayan, Türkiye-Rusya-İran devlet başkanları zirvesinin 16 Eylül’de yayımlanan ortak bildirisindeki, ifadeler isim verilmese bile muhatap olarak, PKK türevi PYD’yi, ülkesine kasteden saldırgan bir örgüt olarak nitelendirerek BM’ye şikâyet eden Esad’ı göstermektedir.
Ortak bildirinin şu bölümü ise ABD’nin ısrarla istediği “güvenli bölge”ye karşı kaleme alınmış gibidir:
“...Üç lider de, gayri meşru özyönetim teşebbüsleri de dahil edilmek üzere, terörle mücadele kisvesi altında sahada yeni gerçeklikler yaratılmasına dair her türlü girişimi reddetmiş, Suriye’nin egemenliği ve toprak bütünlüğünü zayıflatmayı amaçlayan ve komşu ülkelerin milli güvenliklerini tehdit eden ayrılıkçı gündemlere karşı durmak konusundaki kararlılıklarını ifade etmişlerdir.”
Cumhurbaşkanı Erdoğan’n yukarıdaki satırlarda dile getirilen görüşleri ne kadar içselleştirdiğine gelince: 17 Eylül’de Saray’da kendisi ile iki saate yakın bir görüşme yapmış olan Saadet Partisi Başkanı Temel Karamollaoğlu’nun HT’den Kübra Par ile yaptığı söyleşide şu söyledikleri bu konuda ipucu vermek açısından ilginçtir:
“(Sayın Cumhurbaşkanı’na) Bizim Suriye ile bu bölgede oturup konuşmaya ihtiyacımız var dedim. Sayın Cumhurbaşkanı şahsen kendi görüşmeyebilir, ama Türkiye sadece Suriye değil, Lübnan, Ürdün, hatta Irak ile görüşmeli onlar da bu işin içinde olmalı. Ama ABD olmamalı, ABD problemi çözmez, büyütür. Benim anladığım kadarıyla Sayın Cumhurbaşkanı’nın böyle bir tavrı kendisinin de kabul ettiğidir. Zaten Çankaya görüşmeleri bu yönde neticelendi. Çankaya’da alınan kararlar bizim tasvip ettiğimiz kararlardır.”
Öyle görünüyor ki, Türkiye eninde sonunda, Suriye’nin batısında ve doğusundaki iki sorunu da Esad ile çözecektir.
Çözecektir ama bunun için bir aşamada Esed’in tekrar Esad olması gerekecektir.
Peki burada tükürdüğünü yalamak rolü kime düşecek?
Sanırım bu soruyu “aidiyeti cihetiyle” Ahmet Davutoğlu’na yöneltmek en doğrusu.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Laiklik nedir? 6 Mart 2024
Yıldönümü 3 Mart 2024

Günün Köşe Yazıları