Ahmet İnsel

Kırmızı kitap hukuku hep yürürlükte

14 Mayıs 2015 Perşembe

Tayyip Erdoğan, 1997’de Belediye Başkanı iken Siirt’te hamaseti bol, nane şekerci manisi kıvamında bir şiir okumuştu. O şiiri pek beğeniyor olmalı ki, geçtiğimiz günlerde gene okudu. 1998’de, bu şiir nedeniyle, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı ile irtibat halinde Diyarbakır DGM Başsavcılığı “halkı din ve ırk farkı gözeterek kin ve düşmanlığa açıkça tahrik etmek” suçundan dava açtı. Erdoğan 10 ay hapis cezasına mahkûm oldu. Karar gerekçesinde, sanığın “dindar olanlar ve dindar olmayanlar diye bölünen kümeler arasındaki gerginliği canlı tutmayı amaçladığı”, “savaş çağrısı yaptığı” belirtiliyordu. Yargıtay kararı onayladı. Erdoğan 1999’da 4 ay 10 gün hapis yattı. Belediye başkanlığı düştü, siyasal yasaklı oldu.
Erdoğan’a verilen ceza temel hak ve özgürlükleri çiğniyordu. Ayrıca bariz bir “orantısız güç kullanımı” söz konusuydu. Türk Standartları Enstitüsü’nün 1994’te yayımladığı kitapta yer alan bir şiirdi okunan. Süngü, miğfer, kışla, asker referanslarıyla bezenmişti ama o dönem TSE “milliyetçi tosuncukların” denetiminde olan bir devlet kurumuydu!
1994’le 1998 arasında ne oldu da yüzlerce benzeri yardımcı ders kitaplarında yer alan bu hamaset dizeleri suç unsuruna dönüştü? 28 Şubat kararları Milli Güvenlik Siyaset Belgesi’nde iç tehdit unsurlarını yeniden tanımlamıştı. İrtica ile mücadele birinci sıraya oturmuş, Kırmızı Kitap’ta bölücülükle birlikte en üst sıraya yükselmişti. Bugün Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın kullandığı cümlelerle ifade edersek, “Kırmızı Kitap’a girdikten sonra yargı mercilerinin de bakışı değiş(miş)ti”. Gerçekten de güvenlik devletinin yargı kurumları ve en başta ismiyle müsemma Devlet Güvenlik Mahkemesi, Kırmızı Kitap’ın tanımladığı yeni görevi yerine getirdi. Tayyip Erdoğan, yeni Kırmızı Kitap’ın “yargının bakışını değiştirmesi” sonucu ceza aldı. Ama o zaman o da bu kitabın varlığını büyük ihtimalle bilmiyordu.
Kırmızı Kitap’ın varlığını Türkiye kamuoyu daha sonra öğrendi. Ceza yasaları ve Anayasa’nın yanında ve onların üstünde, yargıçların bakışını belirleyen bir metin daha vardı. Birçok davada mahkemelerin sanıklara olmayacak cezalar vermeleri ve Yargıtay’ın bunları onamasının arkasında yatan neden anlaşılmıştı. Bu davalara bir “not” eşlik ediyordu. Hrant Dink’in ceza aldığı dava, Erdoğan’a açılan dava ile özünde aynı “bakış”ın ürünüydü. Yargıtay’ın yıllarca Pınar Selek’e ceza verilmesi için neden ısrar ettiğini de bugün daha iyi anlıyoruz.
Birçok davada mahkemelerin, avukatların hikmetine varamadıkları kararlar vermesinin nedenlerini kısmen biliyor, kısmen tahmin ediyorduk ama bu mekanizmayı tam olarak açıkça bir devlet görevlisi tarif etmemişti. Geçtiğimiz günlerde Tayyip Erdoğan, bu kez cumhurbaşkanı olarak, yargının ceza kanununu sanık aleyhine sistematik olarak yorumlamasını güvenlik devletinin nasıl sağladığını anlattı. Hem de bunu kendinin yaptığını açıkça söyledi. Türkiye’de yargının, adaletin değil, dönemin muktedirinin güvenlik algısının hizmetinde olması nasıl sağlanır, tarif etmiş:
“MGK biliyorsunuz ‘Legal görünüm altındaki illegal terör örgütleri’ ifadesini kullandı. Hükümetimiz de gerekli yerlere bunun bildirimlerini yaptı ve tekrar MGK’da hazırlanan taslak ile Kırmızı Kitap’ı tüm bakanlıklar, ilgili kurumlar gözden geçirdiler. Ve riyasetimdeki Bakanlar Kurulu’nda değerlendirme yapıldı. MGK Sekreterliği son halini tekrar Başbakanlık’a gönderdi ve son hali de bugün- yarın gelmiş olacak ve böylece Kırmızı Kitap’a girmiş olacak. Kırmızı Kitap’a girdikten sonra burada yargı mercilerinin de bakışı değişecek. Çünkü bu milli güvenlikle ilgili bir durum. Bu mücadelede neler yapılabilir, süreç başladı. Yargıda olanları takip ediyoruz. Bu ülkenin tarihinde yargı mensuplarından savcı veya hâkim hiç tutuklanan oldu mu? Bu farklı bir olay. Burada bu tutuklama süreci muhtemelen diğerleriyle devam edebilir. Görünen o.”
Yargı bağımsızlığının, hukukun üstünlüğünün, yargının gizli metinlere değil aleni yasa metinlerine dayanarak karar vermesi gerektiğinin Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ve teşkilatının verdiği “mücadelede” geçerli olmadığını daha açık biçimde ifade etmek mümkün değil. 28 Şubat’ın muktedirleri güçlünün hukukunu uyguluyorlardı. Bugünün muktediri de aynı hukuku uygulamaya devam ediyor. Bir ilerleme var elbette. Şimdi muktedir bunu nasıl uyguladığını açıkça tarif ediyor.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Bir otokrat prototipi 1 Eylül 2018
Kayırma ekonomisinin bedeli 28 Ağustos 2018

Günün Köşe Yazıları