Hırsızın Babası Kimmiş?

30 Ocak 2014 Perşembe

Genç kız telaşlı avaz avaz haykırır:
- Alo 155 polis!
- Evet...
- İmdat! Evimde hırsız var!
- Hırsızın babası kimmiş?
- Ya ne alakası var şimdi...
- .................................... İnternette dolaşan bu en popüler fıkranın son satırını yazmadım. Çünkü son satırın sayısız çeşitlemesi var. Hangisini seçeceğimi bilemedim. Polis babayı bilmezse ne yapacağını nasıl bilsin ki?
Herkesin bilgisi dahilinde korkunç bir oyun oynanıyor. Seçimlere dek herkesin sürdüreceği, herkesin kilitlendiği, gerilimin giderek arttığı bir oyun... Ama oyunun dişlileri arasında insan yaşamı yok oluyor.

***

Ülkem soyuluyor, sömürülüyor, parsel parsel satılıyor, diyorum. Olabilir diyorlar, ama bunlar iş yapıyor diyorlar, o rezil beton yığınlarını, TOKİ ormanlarını gösteriyorlar...
Ahlaksızlık tavan yapmış, hırsızlık, rüşvet de öyle... Yalanlar arasında boğuluyoruz diyorum... Hangisi çalmadı ki, hangisi yalan söylemedi ki diyorlar...
Yıllardır Atatürk’le ve Cumhuriyet ilkeleriyle hesaplaşıyorlar... Eğitimden yargıya, sanayiden imara her alanda karşı devrim uygulanıyor, diyorum... Yok yaa, bu millet Ata’sına laf ettirtmez; Kurtuluş Savaşını, laikliği özümsemiştir, bir şeycik olmaz diyorlar..
Adam hedefinin “dindar ve kindar bir nesil” yetiştirmek olduğunu hiç gizlemedi. Bu hedefe ulaşmak için bir gecede 4+4+4 denilen eğitimde garabet sistemini devreye sokuverdiler, diyorum... Yeni değil, 12 Eylül’den beri adım adım dindar nesle yöneldik diyorlar.

O zaman susuyorlar

Adalet çoktan iflas etti. Masumiyet karinesini şimdi hatırladılar diyorum. Yargı hiçbir zaman tam bağımsız değildi ama yine de diyorlar... Yine de dedikten sonra susuyorlar...
Vicdan diyorum... O zaman kesin susuyorlar...
Dayanağı olmayan suçlamalarla, sahte belgelerle, kimliği belirsiz şikâyetle, imzasız ihbar mektuplarıyla, gizli tanık ifadeleriyle, sahte dijital belgelerle insanlar hapse tıkıldı, diyorum... Kendileri de söylüyorlar: “Orduya kumpas kuruldu” diye hatırlatıyorum... O zaman da susuyorlar. Kimileri utanıp yere bakıyor, kimi bir an önce sözü değiştirmeye çalışıyor...
Sevgili okurlar, bu yukarıdakiler, AKP’ye bir zamanlar gönül vermiş sokaktaki adam”lardan derlediklerim... Hırsızlığa, rüşvete, yalana, talana razı ama vicdan dendi mi orada duruyor...
Bütün bu gürültü patırtıda, toz duman içinde, bunca nutuk ve kavga arasında, bunca gerilimli seçim yarışında, millet hapiste yatanlara yapılan zulmün farkında... Yani içimde hâlâ bir umut vicdansızlığa bu millet geçit vermez diye...

Önemli olan şarkıcı değil, şarkı

Folk dünyasının eşsiz bestecisi Pete Seeger, yaşamı boyunca “müzik yararlı olmalı” ilkesini savunanlardandı. (Dün Kültür servisimiz çok iyi toparlamıştı tüm yaşamını, tekrarlamayacağım.)
Bestelediği halk şarkılarını, toplumsal bilincin, sol düşüncenin, savaş karşıtlığının, ırkçılığa direnişin, insan haklarının, sendikal hakların, grev hakkının, emek savunmasının, doğa tahribatını önlemenin hizmetine verdi.
Önemli olan şarkıcı değil, şarkıdır” diyordu. Açtığı yoldan niceleri geçti. Arkadaşım Joan Baez ve tüm 68 kuşağı biraz daha öksüz kaldık.
Çiçekler nereye gitti?” diye sorduğunda aslında ne zaman akıllanacağız diye soruyordu: Çiçekleri genç kızlar kopardı. Genç kızlar delikanlılara kaçtı. Delikanlılar askere gitti. Askerler savaşta ölüp mezara girdi. Mezarlarında çiçekler açtı... Ne zaman öğreneceğiz savaşa karşı durmayı. Ne zaman akıllanacağız!
“Eğer elimde bir çekicim olsaydı... Gece gündüz vururdum, tehlikeyi ve tehditleri yok etmek, aşkı yüceltmek için... Eğer elimde bir çan olsaydı, gece gündüz çalardım tehlikeyi ve tehditleri yok etmek, aşkı yüceltmek için... Eğer dilimde bir şarkım olsaydı, gece gündüz söylerdim tehlikeyi ve tehditleri yok etmek, aşkı yüceltmek için...” diyordu.
Elinde çekici vardı: Adalet çekici... Çaldığı çan, özgürlük çanıydı... Söylediği şarkı da aşkın ve direnişin şarkısıydı... Bütün topraklarda...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Kaburga sohbetleri 28 Nisan 2024

Günün Köşe Yazıları