Güneşin Sofrasındayız...

19 Mayıs 2013 Pazar

Hava belli belirsizdi: Ya yağmur yağarsa? Tepesi açık çünkü... Yer belli belirsizdi: Harabeydi gördüğümde... Hani tiyatroya dönüştürmek harika bir düşünce ama hangi teknik olanaklarla? “Oyun” hem belli hem belirsizdi: Belliydi, çünkü adından da anlaşılacağı gibi “Yaşamaya Dair - Bursa Cezaevi’nden Mektuplar” Nâzım Hikmet’in şiirlerinden oluşacaktı. Belirsizdi çünkü: Genco Erkal’ın yeni bir kurgusu, bugüne dek hiç söylemediği şiirler de söz konusuydu... Beklentiler belli belirsizdi: Ustalığa saygı ile “yine mi Nâzım Hikmet” dudak bükmesi arasında gidip geliyordu...

\n

Bu bir ‘büyü’

\n

Sonra... Sonra o gece geldi.
İstanbul Eminönü’nde 1700’lerden kalma
Ali Paşa Han’ın avlusuna girdik. İki akşam önceydi. Tepemizde yıldızlar ve bir de ay... Taş duvarlar arasında yerimizi aldık ve “büyü” başladı...
Nasıl, ne zaman oldu bilemiyorum. Hepimiz birer Nâzım Hikmet’tik. Bu nasıl bir
“büyü”dür ki, Piraye’ye âşık olduk. Bursa Cezaevi’nden ona mektuplar, şiirler yazdık. Hepimiz geceye demirlerden baktık...
Bu nasıl bir büyüdür ki, dün bugün oldu: Ülkemin hapishane coğrafyasındaki tüm taş duvar, demir parmaklıklar gerisindeki insanlara, yazarlara, şairlere, düşünenlere dönüştük... Dünyanın daha güzel, hayatın daha yaşanılası olabileceğine dair içimizdeki umudu büyüttük. Kavgamızı, sevincimizi çoğalttık. Hasretten, sevdiklerimize hasret, evimize hasret, kentimize hasretten defalarca öldük. İman tahtamızın üzerindeki baskıya rağmen kalbimiz en uzak yıldızla çarptı.

\n

Mekân ve zaman

\n

Baştan başlamalıyım: Genç mimar Selen Erkal’ın mekân tasarım ve uygulaması, Ali Paşa Han’ının iç avlusunu mucizevi bir biçimde tiyatroya dönüştürmüştü. Rahat, işlevsel, görüş açısı, akustiği mükemmel. En az müdahale ile en iyi sonuç alınmış.
Mekânla oyun birbirleri için yaratılmışlardı. Bu bütünleşme sanki bin yıllıktı. Hem de bugüne aitti.
“Dün, bugündü” demem boşuna değil. Nâzım Hikmet sanki hiç bu kadar bugüne ait olmamıştı. “Antenler yalan söylüyorsa/ yalan söylüyorsa rotatifler/ duvarda afiş, sütunda ilan yalan söylüyorsa” gelip seyirciler arasında yerini aldı. “Dua yalan söylüyorsa/ rüya yalan söylüyorsa....”

\n

İnsanlığa çağrı

\n

Oyun alanında Genco Erkal ve Tülay Günal. Genco Erkal’dan bin kez dinlediğim dizelerin, hâlâ beni böylesine etkilemesine müthiş şaşarak; Tülay Günal’ın sahnede büyümesine, büyümesine, çoğalmasına, çoğalmasına neredeyse inanamayarak izledim ikiliyi. Mükemmelliğin ötesinde ilişkileri çarpıcıydı. Birbirlerine hiç dokunmadan, bir an olsun göz göze gelmeden yaratılan yoğun ilişki. Aralarında elastiki, gözle görünmeyen bir ip: Yakınlaşan, uzaklaşan, düğümlenen ama hiç ama hiç kopmayan bir ip...
Oyunun her anında Nâzım Piraye’yi, Piraye Nâzım’ı, aklında, yüreğinde, ruhunda var etti ve yaşattı.
Oyun alanında iki müzisyen: Piyanoda
Yiğit Özatalay, viyolonselde Deniz Doğangün... Fazıl Say, Zülfü Livaneli, Cem Karaca, Tarık Öcal, Edip Akbayram, Tolga Çebi, Nadir Göktürk, Timur Selçuk’un bellekleri terk etmeyen besteleri... Şiirle şarkıyı, hüzünle sevinci, hasretle umudu dengeleyen mükemmelliyet... Oyun bittiğinde 185 kişilik tiyatroda hepimiz güneşin sofrasında, dostlar arasındaydık. (Haziran sonuna dek oynuyor.)
“Yaşamaya Dair”, teatral bir çağrıydı. Şiire bir çağrıydı. Ama en çok en çok insanlığa bir çağrıydı.

\n\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları