Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Neden Demokrat Olsun?
İngiltere’nin haftalık dergilerinden The Economist, geçen sayısında Başbakan Erdoğan’ın “demokrat” kimliğinden uzaklaşmakta olduğunu vurguluyor ve giderek “otokrat” bir özellik kazandığının altını çiziyor.
Demokrasi sözcüğü, “halk yönetimi” anlamına geliyor. “Otokrat” ise siyasi gücün tek kişide toplanması, yani “kendi yöneten” demek.
Dergi bir gerçeği dile getiriyor; yalnız olaya “dışarıdan” baktığından, Başbakan’ın bu başkalaşmasının asıl nedenlerini irdelemiyor.
***
Demokrat olmanın hiç kuşkusuz kişisel bir yönü var.
Demokrat kişilik, hoşgörüyü, eşitliği, özellikle de kadın-erkek eşitliğini, aklın egemenliğini; danışmayı ve dayanışmayı ilke edinir. Ancak kişiyi demokratlaştıran asıl etmenler nesneldir; içine doğduğu toplumsal koşullardır; aldığı eğitimidir, ilişkileridir. Ve bir adım daha kişinin içinden geçtiği ve geldiği siyasal düşünce ve örgüt tünelleridir. Başbakan’ın içinden geldiği bu kişisel sürecin, ne ölçüde “demokrat üreten” bir nitelikte olduğu, davranışlarının açıklanması bağlamında büyük önem taşıyor. Tamam da, bunlar, Başbakan’ın tutum değişikliğini açıklamaya yetmiyor.
Başbakan’ın demokrat olmasını bu toplumda kim ya da kimler istiyor?
Daha doğrusu birileri istiyor mu?
Asıl sorun da bu noktada yatıyor.
***
Parti örgütünü belirleyen; milletvekili adaylarını tek tek saptayan kendisi olduğuna göre, Başbakan’ı, partisi “içinden” demokrat olmaya zorlayacak bir süreç, bir oluşum söz konusu olamaz. The Economist’in dünyasında böyle bir ilkel aday saptama yöntemi düşünülemez; siyaset kuramında yöntemin adı da “elle seçim”dir. Aynı olgu diğer iki büyük parti için de fazlasıyla geçerlidir. Çünkü siyasal yapının çarkları ya da “dolapları”, parti başkanlarının mutlak gücüne göre dönüyor. ABD’nin yeni başkanı, çalışma arkadaşlarını oluştururken “güçlü kişiliklere ve güçlü düşüncelere” övgüler düzerek işe başlıyor. Oysa, Başbakan ve diğer parti başkanları, birlikte çalışmak için, kendilerine kayıtsız koşulsuz bağlı; ne yaparlarsa yapsınlar onaylayacak kullar arıyor ve buluyor.
Siyasal gücün bu tek kişi odaklı yapılanması, çoğulcu ve katılımcı bir anlayışla demokratikleşmedikçe, bu ülkede demokrasi olmadığı ve olamayacağı, çok, ama çok açıktır. Herkesin bildiği ama bilmezlikten geldiği “büyük antidemokratik gerçek” budur.
Partisinin “dışından” Başbakan’ı demokrat olmaya zorlayacak kimsecikler de yoktur. Ülkenin Meclis’te temsil edilen diğer siyasal partilerin demokrasi derdi yoktur; bu nedenle bunlardan gelebilecek bir demokrasi istemi söz konusu değildir. İç işleyişleri demokratik olmayan partiler, ne anayasa ve ne Siyasal Partiler ve Seçim yasalarının demokratik ilkelere uygun olarak değiştirilmesini istiyor ne de bu konularda kamuoyu oluşturuyor. Bunların içinde biri, DTP ise, demokrasiyi yalnızca Kürt sorunu bağlamında düşünüyor.
Sendikalar, meslek oda ve birlikleri etkisizleştirilmiştir; işveren örgütleri de bu konuya artık girmiyor. Üniversiteler, ya türbana ya da iç sorunlarına sarılmış bulunuyor; Basın-yayın ise Başbakan’a düşünsel değil, “fiziksel” yakınlığı sorun sayıyor ve demokratikleşme konusunda da esas olarak “araziye” uyuyor!
Demokratikleşmeyi iki toplumsal kesim istiyor. Bunlardan biri Kürtler diğeri de Alevilerdir.
Kürtlerin demokrasi istemi, geleneksel yapısal bozukluklar ve yetersizlikler nedeniyle, netleşemiyor; daha da önemlisi, bu istek, “terörün karartması” altında kalıyor; terörden bağımsız olarak ortaya çıkamıyor. Böyle olunca da tüm ülkede demokrasi istemiyle bütünleşemiyor. Üstelik yerel düzeyde ya da dar kapsamlı demokratikleşme de somut olarak açıklık kazanamıyor.
Ülkede demokrasiye bir yaşam biçimi olarak en yakın toplumsal kesim olan Alevilerin istemleri ise, her zamanki gibi, hemen tüm partilerce olumlu karşılanıyor. Ancak iş uygulamaya gelince bu olumlu bakışlar yerini çatık kaşlara bırakıyor.
Başbakan’ı demokrat davranmaya zorlayabilecek “daha dışardaki” etken AB üyeliği süreciydi; o da geçmişte kaldı. AİHM’nin tam üç yıl önce üniversitelerde türban kullanımıyla ilgili kararı sonrasında, karşı tarafın, yani AB’nin, olumsuzlukları bir yana, “bu tarafta” Başbakan, üyelik konusunda tamamıyla “ayak sürüyor.”
Ortam bu olunca da Başbakan’ın “demokrat mı” yoksa “otokrat mı” davranacağı kararı da “demos”a, yani halka değil, “autos”a, yani “kendine” kalıyor. Bunda da doğrusu şaşılacak hiçbir şey bulunmuyor!
***
Bayramınız kutlu olsun.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
- Dubai çikolatasına rakip
En Çok Okunan Haberler
- 'Tarihe not düşmek için geldim'
- Aydın Dağları'nda son yılların en verimli hasadı yapıldı
- Çok konuşulacak 'adaylık' açıklaması
- Protesto eden yurttaşlara polis müdahalesi!
- A Milli Takım'ın Uluslar Ligi'ndeki rakibi belli oldu!
- AKOM, İstanbul için 'saat' verdi: Çok kuvvetli geliyor!
- 5 yılda Türkiye'nin en büyüğü oldu: Nusret'e de satıyor
- Yıkılması gerekiyor!
- Ünlü markanın adı bir kez daha listede!
- Ali Koç'tan çok sert Kayserispor açıklaması!