Veysel Ulusoy

Ayçiçeği, domates, patates

13 Mart 2022 Pazar

Baş döndürücü bir sürecin içinde geçiyoruz...

Bir yanda uzun bir süreden beri hatırlamadığımız hatta aklımızdan bile geçmeyen bir ülkenin diğer bir ülke topraklarını işgal etmesi, diğer taraftan uluslararası ekonomilerde yaşanan başta yüksek enflasyon oranları ve doğal olarak hayat pahalılığı.

Anlaşılan yeni bir dönem karşımızda... Çalkantısı ve yeniden şekillenen dengesiyle.

Yükselen enerji fiyatları çoğu zaman yüksek enflasyon oranlarının arkasındaki temel faktör olarak gözükmektedir. Kısa bir sürede varili 20-30 dolardan 130’lara gelen akaryakıt fiyatları muhakkak bu oranlarda etkili olurken diğer faktörleri de bir kenara atmamak gerekir. 

Modern ekonomilerde de enerji fiyatlarının enflasyon oralarını yukarılara taşımasına rağmen bu oranların hâlâ tek hanede gerçekleşmesi o ekonomilerde dengelerin hala sarsılmaz niteliklere sahip olduğunu göstermektedir. Örneğin ABD’de tüketici fiyat endeksinin yıllık artışının yüzde 8 civarında olmasına rağmen kuvvetli istihdam yaratma kapasitesi bunu çoğu zaman görünmez kılabilmekte, yükselen reel ücretlerle beraber ise en azından kısa dönemde fiyat artışlarının olumsuzlukları örtülebilmektedir.

Ekonomik koşulları değerlendirip diğerleri ile karşılaştırırken bakılması gereken temel nokta da bu zaten. Eğer reel alım gücü yükseliyor, istihdam yaratma kapasitesi olumlu seyrediyor, halkın ekonomik beklentileri bir önceki yıla göre daha yukarılarda yer buluyor ve daha önemlisi üretim kapasitesi artıyor ise enflasyonun uzun dönemli bir sorun olmayacağı, olsa bile hayat pahalılığı konusunda o kadar da baskı yaratmayacağı açıktır.

İşte “bakın ABD’de bile enflasyon şu kadar olmuş” yaklaşımıyla Türkiye’nin ekonomik verilerindeki olumsuzlukları kapatmak için kendini zorlayan araştırmacı ve yorumcuların talihsizliği de burada başlıyor. İşsizlik doğal seviyeler olan yüzde 4’ler civarında gerçekleşiyor, reel ücret artışları en azında söz konusu enflasyon oranı ile baş başa gidiyor ve halkın tasarrufları ekonomiyi rayında götürecek düzeydeyse, kalıcı olmadığı sürece yüzde 8’lere varan enflasyon oranlarının yükü o kadar da hissedilmez.

Ülkemizde öyle mi?

Sanırım yanıtı en basit olan sorulardan biridir bu...

Bir yanda resmi verilere göre bile üç haneye varan üretici yani toptan eşya fiyatları, diğer yanda yine resmi verilere göre yüzde 50’leri geçen tüketici enflasyonu, ekonomimizi bu alanda küresel şampiyonlar ligine taşırken, reel ücretlerdeki erime de aynı şekilde farklı bir ligin şampiyonu yapmıştır bizi. 

Halk Türkiye’de tek kelimeyle fakirleşmiş ve bu olgu ekonomi tarihinde savaş koşulları dönemleri hariç, normal bir süreçte en ağır ekonomik koşulları önümüze koymuştur. Söylenen işsizlik oranının garip bir şekilde yüzde 11’lere yapışması, çalışabilir nüfusun yarısından azının istihdam olanağı bulması ve inanılmaz bir hayat pahalılığının da göz önünde bulundurduğumuzda yukarıda belirttiğimiz şampiyonlar liginin önemini daha iyi kavrarız.

Son 4-5 yılda patates, soğan, domates ve nihayetinde ayçiçeği yağı üzerinde süregelen sıkıntıların ve yarattığı tartışmaların Türkiye’de ortalama bir hane halkının ne kadar fakirleştiğini ortaya çıkaran birer olgudur aslında...  

Ortalama bir reel ücret yapısı ile istediği ülkeleri ziyaret etme serbestisine sahip bir bireye göre, hemen her gün domates, patates ve ayçiçeği yağı tartışan, faturalar için günlerce çalışan ve buna rağmen ev ve işyeri dışında başka bir mekân bilmeyen kişilerin oluşturduğu bir toplum fakirdir... 

Fakirliği verilerle saklamak da bu sorunun diğer bir yanıdır. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Çaput 17 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları