Üstün Dökmen

Anneye ve ülkeye sağlıklı bağlanma

27 Kasım 2022 Pazar

Geçen hafta bu köşede annenin, aslında çocuğa bakım veren kişinin, çocuğa yönelik tavırlarının çocukta ne tür bağlanmalara yol açtığını incelemiş, bağlanma türleri içinde güvenli bağlanmanın en sağlıklı bağlanma olduğunu belirtmiştik.

Kişilerin iş arkadaşlarına ne düzeyde bağlandıklarını, onlara ne kadar güven duyduklarını ölçen ölçekler vardır ancak insanların ülkelerine veya mensup oldukları kurumlara nasıl bağlandıkları, bildiğim kadarıyla Bowlby’nin görüşleri açısından incelenmemiştir.

Aşağıda Bolwby’nin güvenli bağlanmaya ilişkin kuramsal görüşlerinden yola çıkarak insanların ülkelerine, içinde yetiştikleri toplumlara nasıl bağlandıkları konusunu yeni sayılabilecek bir bakış tarzıyla incelemeye, irdelemeye çalışacağım. Önce güvenli bağlanmanın ne olduğunu hatırlayalım.

ANNEYE GÜVENLİ BAĞLANMA

Bowlby’e göre çocuğa bakım veren kişi, buna kısaca “anne” demiştik, eğer çocuğun beslenme, korunma, ilgi görme, sevilme gibi ihtiyaçlarına cevap verebiliyorsa, çocuk için ulaşılabilirse çocuk bu kişiye, yani annesine güvenli bağlanıyordu.

Annesine güvenli bağlanan çocuk, gerek insanlarla gerekse nesnelerle sağlıklı etkileşime girebiliyor, kendisini geliştirebiliyor, merak duygusuyla yaratıcılığa yönelebiliyordu. Bowlby’nin bu yaklaşımı bize Maslow’un İhtiyaçlar Hiyerarşisi’ni hatırlatmaktadır. Bence iki yaklaşım arasında ortak bir payda bulunduğu düşünülebilir.

MASLOW’A GÖRE İHTİYAÇLARIMIZ

Maslow’a göre insanların ihtiyaçları, bir piramit gibi hiyerarşik bir yapı oluşturan beş temel basamaktan oluşmaktadır. Birinci basamakta yiyip içmek, barınmak gibi fiziksel ihtiyaçlar vardır. İkinci basamak ihtiyaçlar, bir eve, işe, sigortaya sahip olma benzeri güvenlik ihtiyacıdır. Üçüncü grup ihtiyaç ise ait olma ve sevgi ihtiyacıdır ki burada sağlıklı insan ilişkileri, arkadaşlık kurma isteği vardır.

Dördüncü basamak saygınlık basamağıdır; bu basamakta kişi başkalarına saygı duymayı, başkaları tarafından da kendisine saygı duyulmasını, özgüvenli olmayı ister, kendisini onaylamaya ihtiyaç duyar. Beşinci basamak ise kendini gerçekleştirme basamağıdır; bu basamaktaki kişi estetik anlayış kazanmıştır, nesnel bir bakış tarzıyla hakikati bir bütün olarak kabul etmeye hazırdır, onurlu, yaratıcı ve üretken olmaya yönelir.

Herkes üst basamaklara erişemez. Bu konuda pek çok örnek görebiliriz. Ankara’dan İstanbul’a Adalet Yürüyüşü yapılırken bazı kişilerin ekranlarda samimi bir karşı çıkışla “Niçin yürüyorsunuz, memleketimizde her şey var!” dediklerini işittik.

O yıllarda şimdiki kadar pahalılık yoktu, bu görüşlerini dile getiren kişiler barınma, beslenme gibi alt düzeydeki ihtiyaçlarını giderebildiklerini, bunun da yeterli olduğunu ifade ediyorlardı, yani “adalet” benzeri üst düzey ihtiyaçların eksikliğini duymuyorlardı. Ancak bugün gençlerimiz üst düzey ihtiyaçlara da sahipler, hem barınmak, beslenmek hem de kendilerini gerçekleştirmek, potansiyellerini kullanmak istiyorlar, ülkelerinin, devletlerinin kendilerine ilgi ve saygı göstermesini bekliyorlar, ülkelerine aidiyet hissetmek istiyorlar. Bu noktada anneye güvenli bağlanma ile tüm ihtiyaçların giderilmesi benzerlik arz ediyor.

ANNEYE VE ÜLKEYE GÜVENLİ BAĞLANMA

Eğer bir anne çocuğunun beslenme, korunma ihtiyacına cevap verebiliyor, ona ilgi ve sevgi gösterebiliyor, gerektiğinde onun yanında olduğunu ona hissettirebiliyorsa çocuğu ona güvenli bağlanır. Özetle çocuk, ihtiyaçlarının annesi tarafından giderilmesini bekler. Benzer şekilde çocuklar, özellikle gençler; ihtiyaçlarının ülkeleri, devletleri tarafından fark edilmesini ve giderilmesini isterler.

Bir çocuğun annesine güvenli bağlanması için neler gerekiyorsa bir gencin ülkesine güvenli bağlanabilmesi için de yaklaşık aynı şeyler gereklidir. Bugün gençlerimiz, bir işleri olsun, potansiyellerini sergileyebilsinler istiyorlar, ülkelerinin yöneticileri tarafından kendilerine değer verildiğini görmek istiyorlar, mezuniyet törenleri, gençlik şölenleri yapabilmek istiyorlar. Bunların gerçekleştirilmesi durumunda kendilerini ülkelerine ait hissedecekler, aksi halde ülkelerini terk etmeyi düşüneceklerdir.

Altmışlı yıllarda kendilerini ülkelerine ait hisseden insanlarımız sadece para kazanmak için Avrupa’ya gittiler, çalışıp para kazandılar ancak kendilerini oraya ait hissetmediler, uyum sorunları yaşadılar. Bu gün ise iyi yetişmiş, yabancı dil bilen gençlerimiz ülkelerinde kendilerine yeterince değer verilmediğini düşünüyorlar, üst düzey ihtiyaçlarının karşılanmadığına inanıyorlar, sonuçta da kendilerini ülkelerine -bence şimdilik- ait hissetmiyorlar, bazıları başka ülkelere gidiyorlar ve o ülkelere uyum sağlıyorlar.

Bu gruba “Ekspat” deniyor. Sonuçta, eskiden tek tük olan beyin göçü şimdi ekspatlarımızla yoğun bir şekilde ortaya çıkıyor. Çocukken muhtemelen annelerine güvenli bağlanmış gençlerimiz yetişkin yaşlarında ülkelerine bağlanmakta sıkıntı yaşıyorlar, bir de kendilerine, “İsteyen gitsin” denildiğinde hayal kırıklığı içinde uzaklara yöneliyorlar. Peki ne olacak? İyi olacak. Ne malum?

RİZELİLERİN RAMAZAN TOPU

Yetmişli yıllarda bir ramazan günü Rize’de top erken atılmış, ezan erken okunmuş, Rizeliler de oruçlarını açmışlar. Ahalinin orucunun sakatlandığını düşünen Rize müftüsü ise bayramdan sonra Rizelilerin bir gün oruç tutmaları gerektiğini söylemiş. O günlerde bir gazete, “Bayramdan Sonra Rizeliler Bir Gün Oruç Tutacaklar” diye manşet atmıştı. İ

şin ilginç yanı bu haberi izleyen hafta içinde dünyanın dört bir yanına çalışmaya gitmiş Rizelilerden müftülüğe, “Biz de tutacak mıyız?” diye mektuplar, telefonlar gelmeye başlamıştı. Bu durum karşısında akla ilk gelen şey, bu soruyu soranların saf olduklarıydı. Ancak olaya farklı bir açıdan baktığımızda bu soruyu soranların saf değil, şehirlerine bağlı insanlar olduklarını söylemek mümkündür. Bence bu soruyu soranlar, dünyanın neresine gitmiş olurlarsa olsunlar kendilerini Rize’ye bağlı hissediyorlardı.

Bağımlı değil, bağlı. Uzak ülkelere gitmişlerdi, demek ki Rize’ye bağımlı değillerdi, ancak kendilerini şehirlerine bağlı hissediyorlar, ait hissediyorlardı. Memlekette kalan hemşerileri bir gün fazla oruç tutacaksa kendilerinin de tutmaları gerekiyor muydu? Bunu merak etmişlerdi.

Bugün, bugünlük kendilerini ülkelerine ait hissetmeyen, uzak ülkelere giden, gitmek isteyen gençlerimizle konuşursanız aslında onların ülkelerini, Cumhuriyeti sevdiklerini, ülkelerine bağlı olduklarını, gözlerinin ve gönüllerinin ülkelerinde olduğunu, günü geldiğinde geri gelmek istediklerini göreceksiniz. Onlar, şimdilik ülkelerinden umutlarını kesmiş olabilirler, ancak ülkeleri onlardan umudunu kesmemelidir. Yıllar önce büyük şirketlere birer KARS kurmalarını önermiştim.

KARS, Kurumdan Ayrılanlara Rehberlik Servisi anlamına geliyordu. Bence bir kurumun çalışanları, işlerinden ayrılsalar da, emekli de olsalar kurumları onlara ve çocuklarına rehberlik etmeye devam etmelidir. Bunun gerçekleşmesi kuruma aidiyet duygusunu artırır. Ekspatlarımız için de bir KARS’ımız olmalıdır; biraz biz onlara rehberlik ederiz, biraz onlar bize ederler.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Yalan üçlemesi 17 Kasım 2024
Hatırlamak 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları