Suriye’de ateşkes ve ‘muhtarlık’lar

26 Şubat 2016 Cuma

Suriye’de ateşkes görüşmeleri başladı ve Türkiye görüşmelerde doğrudan ya da dolaylı hiçbir şekilde yok şu ana kadar. Amerika ve Rusya, diğer deyişle Obama ve Putin elbette baş aktörler. Onların yanı sıra Obama ile bu konuya binaen ortak açıklama yapan Ürdün Kralı Abdullah var. Putin’le görüşen Suudi Kralı Selman Bin Abdülaziz var. İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani, İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu var.

Ama bizim kapıyı çalan yok.

Türkiye Suriye’de ateşkese yönelik bu diplomasi trafiğinin içinde yok da Suriye bizim dibine kadar içimizde. İliklerimize işlemiş halde.

Neredeyse 3 milyona varan mülteciyi almış bir ülkenin yüzüne kimse bakmıyor.
Dünyada Türkiye’yi ne hesaba katan, ne de kaale alan varken Türkiye cumhurbaşkanı dünyaya hâlâ bizim muhtarlar üzerinden seslenmeyi sürdürüyor!

Onlarla 21’inci buluşmasında Suriye’ye ilişkin diyor ki: “Türkiye’nin hassasiyetlerinin dikkate alınması gerekiyor. Bu ülkede [Suriye’de] olup biten nedir, öğrenilecekse bizden öğrenilecek.”

Neredeyse dünyaya “ültimatom” havasındaki bu sözleri ancak ve sadece muhtarlar dinliyor.

“DAEŞ (IŞİD) ve En-Nusra nasıl ateşkesin dışında tutuluyorsa PYD-YPG de tutulmalı” diyor ve şöyle yorum kesiyor: “En-Nusra kötü, PYD-YPG iyi!.. Olay farklı. En-Nusra’nın bulunduğu konum farklı olduğu için bunlar ne diyor: İyi teröristler, kötü teröristler!.. Mantık bu.”

Bunları da yine kendimiz söyleyip kendimiz dinliyoruz.

Liderlerimiz, cumhurbaşkanı başta olmak üzere başbakan, hükümet sözcüsü, dışişleri bakanı ve saire, hepsi Türk dış politikasını dünyada değil “evde” yürütüyorlar.

Dünyaya “muhtar” olamamışlar, “dünyanın muhtarları” ile simetrik bir diyalog içinde de değiller.

“Asimetri” öyle ki Suriyeli mültecileri kendi içinde tutan, dış dünyaya salmayan bir “tampon” olma karşılığında 3’ün-5’in pazarlığını yapıyor, “Hele bir 3’ü alın da bakalım, sonra düşünürüz 5’i” cevabını alıyorlar.

Hal böyle olunca Suriye meselesi ve ateşkes üzerine mütalaalar bizim muhtarlara iletiliyor. Kanaatler onların alkışına sunuluyor.

AKP, kendisinden önce Türkiye'yi yönetenleri dış politikada pasif olmakla suçladı ve aktif bir dış politika izleme yolunda bir “neo-Osmanlıcılık” referansıyla ortaya çıktı.

Hâlbuki Osmanlıcılık, dinbilimci- tarihçi Jaroslav Pelikan’ın gelenekçilik için söylediğinin tıpkısının aynısı olarak sadece ve sadece “yaşayanların ölü inancı” idi.
Öyle olduğunu şimdilerde çok iyi anlıyoruz.

Osmanlıcılık diye Ortadoğu’ya yöneldiler, tarihî ve tescilli Osmanlı düşmanı Vahhabi-Selefiliği yüklenip geldiler.

Sekülerleşmeyi etkin şekilde hayata geçirebilmiş neredeyse tek Müslüman ülke olma nitelik ve ayrıcalığına sahip Türkiye’nin başındaki dindarmuhafazakâr siyasi anlayış olarak dünyanın gözünde yükselişe geçip, prim yapıp, kabul görüp sonra bunu unuttular, Ortadoğu kazanında şaşalayıp Selefiliğe enfekte oldular.

Tüm ülkeye de bulaştırdılar virüsü.

Dış politik hamlelerinde inandırıcı olma kaygısıyla Selefiliğe sardırıp Türkiye’nin toplumsal yapısıyla uğraştılar, onu bozdular, kültürel parçalanmaya uğrattılar.

O çok meftun oldukları, dillerinden düşürmedikleri cetlerinin kemiklerini sızlatırcasına Selefi-meşrep bir Osmanlıcılık hortlattılar.

Ortadoğu’da, Suriye’de çabaladıkça battılar, Türkiye’yi de batırdılar.

Ve şimdi dışarıda kimse yüzlerine bakmadığı için hedefledikleri aktif dış politikayı sadece “içeride” icra edebiliyorlar!..

Ülkenin içini dışına, dışını içine çıkardılar yani...

O yüzden, naçar, Suriye’deki ateşkes konusunu dünyanın muhtarlarıyla değil, ancak “mahallenin muhtarları”yla müzakere edebiliyorlar.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları