Olaylar Ve Görüşler

Yargı Reformu Stratejisi’nin düşündürdükleri

09 Haziran 2019 Pazar

Büyük iddialarla yayımlanan, devlet yetkililerinin bir süredir övünerek belirttikleri “Yargı Reformu” soyut ve yüzeysel görüşlerin toplamıdır. Strateji içindeki her bir kavramın geçerli olabilmesi, somutlaşabilmesi için yeni düzenlemeler yapmak zorunludur; aksi halde her reform hareketi gibi bu da hüsranla bitecektir.

 

Son günlerde T.C. Adalet Bakanlığı, “Yargı Reformu” ile ilgili önemli bir belge yayımladı. Yargının tüm yapısını içeren bu belge bir reform stratejisi iddiasını taşımakta, pek çok konu hakkında değerlendirmeler yapmakta, amaçları ayrı ayrı sıralamaktadır. Belgenin çok geniş boyutlara taşması, uygulanabilirliği yönünde insanda kuşkular yaratmaktadır. Öyle ki bu belgede mevcut yargı yapısının onarılması iddiası dışında gelecek için kural niteliğinde varsayımlarda da bulunulmaktadır. Adalet Bakanlığı’nın “Reform Stratejisi Giriş” bölümü ile başlamakta bunu “İlke ve Değerler” başlıklı geniş bir bölüm izlemekte ve son olarak “Amaç ve Hedefler” dokuz alt bölüm şeklinde belgenin sonuçlarını oluşturmaktadır.
Öncelikle şunu belirtmek gerekir ki, belge dil yönünden karmaşık bir özellik taşımakta, yabancı pek çok kelimenin özensiz bir şekilde kullanıldığı görülmektedir. Strateji, performans, perspektif, derogasyon, enstrüman, polarizasyon, argümantasyon, standart, konsensüs gibi kelimeler söz konusu belgenin hazırlanış sürecinin özensizliğini açığa çıkarmaktadır.
Yargı Reform Stratejisi’nde öyle terimler ve değerlendirmeler var ki, bugün yaşanılan durumun bir çeşit itirafı gibidir. Reformların başarısında önemli olanın uygulama olduğunu belirtirken önceki yıllardaki reform iddialarının ne kadar temelsiz olduğu dolaylı olarak açıklanmaktadır. “İşkence ve eziyete sıfır tolerans, tutuklamanın cezalandırma değil koruma tedbiri olduğu, Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin kuvvetler ayırımını güçlendirdiği” şeklindeki değerlendirmeler bugün toplumda bunların tam tersinin egemen olduğunu dolaylı olarak belirtmektedir.

Bu bir itiraftır
Adalet Bakanlığı bazı kavramları açıklarken toplumun temel haklardan yoksun yaşayışını adeta dile getirmektedir. Soruşturma dosyalarına sık sık kısıtlılık kararı konulduğu, silahların eşitliği ilkesinin bulunmadığı, aylar boyu iddianamelerin düzenlenmediği bir sistem içinde isnat edilen suçu öğrenebilme imkanının olduğu iddiası “Adil Yargılanma Hakkı”nın bulunmadığı anlamını kolayca ortaya çıkarabilmektedir.
Reform Belgesinde 11. sayfada aynen şöyle denilmektedir : “ .... Tutuklama bir cezalandırma aracı değil ceza soruşturma ve koğuşturmasının etkinliğini temin için düzenlenmiş bir koruma tedbiridir....” Oysa bugün Adalet Bakanlığı yetkilileri de bilmektedirler ki tutuklama bir cezalandırma aracı olarak kullanılmaktadır. Böyle olmasa bu kadar önemli bir belgede, “...gözaltı, tutuklama ve diğer koruma tedbirlerine ilişkin mevzuat ve uygulama gözden geçirilecektir.... ” denilir miydi? Ayrıca gene aynı belgede azami tutuklama süresinden söz edilir miydi? Devam edilirse, reform belgesi olarak nitelenen bir belgede, tutuklamada kararların gerekçelendirilmesi bir çeşit gereksinim olarak vurgulanır mıydı? Aslında Adalet Bakanlığı ileriye dönük bir strateji belgesinde tutuklama hastalığını söyleyememektedir. Öyle olmasa bugünün gerçeğini söylemekten sakınmazdı... Bugün ülkemizde cezaevlerinde tutuklu sayısının hükümlü sayısının üçte biri olduğunu, çalkantılı dönemlerde bu oranın arttığını, oranı küçültmek için infaz kanununda değişiklikler yapıldığı belirtilirdi. Bir reform stratejisinde, tutuklamayı uygulamada zorunlu duruma getiren CMK 100. maddedeki tutuklamayı gerektiren nedenlerin kaldırılacağı açıklamasının yapılmaması önemli bir eksiklik olduğu kadar tutukluların hükümlülerle aynı koşullarda kalmalarını sonuçlayan ortam ve koşulların kaldırılması yönünde bir açıklık bulundurulmaması da tam bir hatalı yaklaşımdır. Daha da ileri giderek şunu belirtmek imkanı vardır ki, Türkiye’nin her ilinde milyonlarca lira harcanıp cezaevleri inşa edilirken tutukevleri ile ilgili hiçbir eylemde bulunulmamaktadır. Bir tutukluyu, cezaevlerine göndermek bir çeşit insan hakkı ihlalidir. Tutukevleri, kitaplıkları, bilgisayar odaları ve donanımları, sağlık klinikleri, spor alanları ile bir yerleşke konumunda olmalıdır ve bunun en küçük bir örneği Türkiye’de yoktur.
Reform belgesinde koruma tedbirleri ile ilgili olarak ayrıntılı düzenlemeler bulunmamaktadır. Bugün adli kontrol sebepleri tutuklama yanında daha hafif uygulamalar olarak ortaya çıkmaktadır. Yurt dışına çıkış yasağı ve bazı yükümlülükler adli yargının hep itibar ettiği kavramlardır. Bu kavramlara yeni kavramların eklenmesi üzerinde çalışmalar yapılmalıdır, örneğin kamu kurumlarında, bir kitabevinde, bir süre ücretsiz olarak çalışmak, yaşlılar evinde bakıcılık yapmak gibi, eğitim kuruluşlarında hizmet vermek gibi...
Yargı işleyişi ile ilgili “Reform Stratejisi”nde ilginç görüşler yer almaktadır. Buna göre mahkemelerde davaların çeşitlerine göre hedef süreler belirlenecek (s.43), hızlı işleyen usuller geliştirilecek, tek duruşma ile davaların bitirilmesi ve duruşma saatlerine tam olarak uyulacak. SEGBİS uygulamalarını genişletecek ve yaygınlaştırılacak, yargıçlar insan hakları konusunda farkındalık ve duyarlılık sahibi olacaklardır. Ancak gene belge içinde bunların nasıl gerçekleştirileceği konusunda bir plan ve açıklık yoktur. Birbirlerinden güç olan bu ideallerin ne şekilde, hangi usullerle ve hangi kadro ile somutlaşabileceği yönünde bir açıklık bulunmamaktadır.

Aynı yanlışı 3 defa tekrar
Benzer görüşler Cumhuriyet Savcılığı yönünden de bulunmaktadır. Reform Stratejisi’nde “ ... Yargılamanın kalitesi iyi yürütülmüş bir savcılık faaliyetine, soruşturmanın kalitesi ise iyi yürütülmüş bir kolluk faaliyetine bağlıdır...” (s. 30) denildikten sonra Asliye Ceza Mahkemeleri’ne yeniden savcılığın konulacağı ifade edilmektedir. Son beş yılda Bakanlık, bu yanlışlığı üç kez tekrarlamıştır. Asliye Ceza Mahkemeleri’nden Cumhuriyet Savcıları önce çıkarılmış, sonra geriye dönülerek savcılar mahkemelere iade edilmiş, sonra tekrar çıkarılmıştır. Böylece beş yıl içinde üç kez değişiklik yapılmış olmasına rağmen şimdi de dördüncü değişiklikten söz edilmektedir. Savcılarla ilgili olarak savcı yardımcılığının kurulacağı, savcıların hâkimlerden ve mahkemelerden ayrı binalarda çalışacakları gibi adalet sistemini geliştirici bu değişikliklerle yanlış yollardan dönmenin olumlu olduğu söylenebilirse de bunların gerçekleşme olanağının çok zayıf olduğunu belirtmek gerekmektedir.
Strateji Belgesi’nde ön ödeme, davanın açılmasının ertelenmesi, iddianamenin iadesi, hükmün açıklanmasının geri bırakılması gibi davaların hızlandırılması ve yargının daha etkin ve çabuk çalışmasını sağlayıcı birtakım kavramların geliştirilmesinden söz edilmekte ise de bunların inanılırlığı çok güçtür. Örneğin yıllarca önce ön ödeme çok uygulanırken ve hayli olumlu sonuçlar alınmışken, yeni CMK döneminde bu kavram bir kenara itilerek “uyuşmaya” yönelinmiş ve adli yargı çalışamaz duruma getirilmiştir. Aynı durum cezalar için de geçerlidir. Kısa süreli hapis cezalarının uygulanabilirliği, elektronik izleme gibi cezaların etkinliği konusunda da hiçbir somut öneri görülmemektedir.
Belgenin 15 sayfasında yine inanılması güç bir durumdan ve atılımdan söz edilmektedir. Buna göre, eleştiri amacı ile yapılan düşünce açıklamalarının suç oluşturmayacağı belirtilmektedir. Halen düşünce açıklamasından binlerce kişinin yargılandığı, mahkûm edildiği ve hatta cezaevlerine gönderildiği bir ortamda buna inanmak mümkün mü?

Bakanlık hukuk eğitimine egemen olmak istiyor
Adalet Bakanlığı bu belge ile savunma gücünü de düzenleme çabasına girmiş bulunmaktadır. İddiaya göre Hukuk Fakülteleri’nden mezun hukukçular “Hukuk Mesleklerine Giriş Sınavı”na girecekler bu sınavdan sonra avukatlık için ÖSYM sınavından geçtikten sonra avukatlık stajına başlayabilecekler ya da hâkimlik, savcılık noterlik sınavını geçip bu meslekleri seçeceklerdir. Ayrıca Bakanlık, Adalet Akademisi şeklinde bir eğitim kurumu da kuracaktır. Bu görünümde üniversiteler, fakülteler söz sahibi değillerdir. İnsan bu kabul biçimi karşısında gerçekten şaşırıyor ve üzülüyor... Üniversitelerin, baroların etkili olmadığı bir geleceği belirleme sınavı insanı ürkütüyor. Bu düzenleyiş biçimi içinde Adalet Bakanlığı tüm yargıyaya, savunmaya, hukuk eğitimine egemen olma iddiası ile ortaya çıkıyor.
Büyük iddialarla yayımlanan, devlet yetkililerinin bir süredir övünerek belirttikleri Yargı Reformu budur. Pek çoğu soyut ve yüzeysel görüşlerin toplamıdır. Strateji içindeki her bir kavramın geçerli olabilmesi, somutlaşabilmesi için yeni düzenlemeler yapmak zorunludur; aksi halde her reform hareketi gibi bu da hüsranla bitecektir... Tıpkı, bugünkü adli yargının on beş yıl önceki yasa hareketlerinden sonra hüsran çıkmazına girdiği gibi...  

Prof. Dr. Köksal Bayraktar
Galatasaray Üniversitesi Hukuk Fakültesi
Ceza Hukuku Emekli Öğretim Üyesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları