Olaylar Ve Görüşler

Yaparak yazmak, konuşmak!

08 Haziran 2019 Cumartesi

Doğa yasasıdır, bilinir; bütün ırmaklar nehirlere akar, nehirler de denizlere... Akarsuyu tersine çeviremezsiniz. “Zaman usta” bunu anlatıyor bize.

Ahmet Rasim’in, Refik Halit Karay’ın, Falih Rıfkı Atay’ın, Çetin Altan’ın, İlhan Selçuk’un gazete yazılarını okuduğunuzda ironiyle birlikte bir düşünce derinliği bulursunuz. Güncele, gündeme bakışlarında neredeyse bir üslup olan bu söyleyiş biçimlerini onların sözcüklerle alışverişlerine bağlarım öncelikle. Söz ustasıdırlar. Bir bakışı, düşünüşü, bağlanışı da dile getirseler; her dem üslubu ve adabı ön planda tutmuşlardır. Bunu da dil zenginliği kadar, engin bilgilerine, yaşanan zamanın ruhuna derinlikli bakışlarına vermek gerekir. Günü yazmak salt güne bakış, olagelen gündemi yakalamak değildir onlar için. Yaşamın her alanında olup bitenleri belli bir bilinç süzgecinden geçirebilmek için tarih bilinci kadar belli bir düşünce birikiminin gerekliliğini anlatır bize her birinin yazıp dile getirdikleri.
Siyasal ve toplumsal yaşamın mihenk taşı olmuş değerlerini; insan-insan, insan-toplum ilişkisinin varoluşsal birikimini göz ardı etmeden kurdukları dil/düşünce yolculuklarına katarlar sizi. Yer yer itirazları itirazınız, eleştirileri eleştiriniz olsa da; katılmadığınız düşüncelerini de onların dil şenliğinde bilgi hanenize yazdığınız olur.
Bir zamane gerçeğini gündemleştirirken “hakikat”in yazıda dönüştüğü “gerçeklik” boyutlarını aklın/bilincin/ duygunun süzgecinden geçirerek okurla bağlantı kurmayı öncelediklerini söyleyebilirim. Yani salt yazmış, değinmiş olmak için dile getirmediklerini de yazılan yazının içeriği ve üslubu anlatır bize.
Bugün bile onları okunur, hatırlanır kılan yanlarından belki de en önemlisi budur.

Günümüzün ‘bazı’ yazarları
Günümüzde “zamane gazete yazarları”nı okurken, düşüncedeki yüzeysellikleri kadar dil bilincinden de yoksunluklarına sıklıkla rastlarız.
Öyle ki; bazıları, Flaubert’in o yaban/ yoz/cahil dili kullananlar için deyimlediği, “dil fahişeliği”ni yaparak sözüm ona gazetecilik görevlerini yerine getirdiklerini sanıyorlar. Niyetim bu adları sıralamak değil. “İyi okur” çoğunu bilir, tanır. Şimdi ilk sıraya Engin Ardıç’ı yazsam, ardından da Ahmet Hakan’a sırayı getirsem... Birkaç ad sonrasında bunun bir abecesel sıralamayla ne denli “çok” örnek içerdiğini göreceksinizdir!
Şu-bu derken, eminim ki “dil fahişeleri sözlüğü”nün tüm maddelerini bizdeki “yeni medya düzeni” yazdırabilir.
Hele Ertuğrul Özkök gibileri de buraya katarsak, sanırım bu zamanın aynasını yansıtan bir kronik ortaya çıkar.
Sözü evriltmeden kısaca şuraya gelmek istiyorum: Bu “dil fahişeliği” öyle bir şey ki, her yöne evrilir. Sizin kem küm etmelerinden sezinlediklerinizin daha çoğunu o vasat halleri ortaya koyar. Malum, bunlar kendilerini yalnızca “kalem erbabı” görmekle yetinmez; “söz erbabıyız” da diyerek televizyonlarda boy gösterirler.
Geçenlerdeki bir televizyon programında böylesi bir duruş/bakışla vasatlığının gösterisini sunan Ahmet Hakan’ın tarzı bu “dil fahişeliği”nin en tipik örneğidir bu mecrada. Sözüm ona dokunuşlar yaparak derme çatma bilgi kırıntılarıyla budalalık gösterilerini akrobatik hareketlerle ortaya koymak derdinde. Üstüne üstlük gün geçmiyor ki bu tarzın fedaisi kesilmiş daha niceleri arzı endam etmesin. Flaubert’in Bilirbilmezler romanını hatırlayalım. Çağının yozlaşmasının ironisini simgeleyen o iki karakterini: Bouvard ile Péuchet’i... Yanardönerlik böyle bir şey olmalı! Demem o ki, günümüz medya düzeni görülmeyeni gösteren, hissedilmeyeni hissettiren, düşünülmeyeni düşündüren bir misyona sahip değildir artık.

Sözcüklerin vicdanı olabilmek
İranlı yönetmen Muhsin Mahmelbaf, Kandahar filmini çekme amacından söz ederken şunları söylüyordu:
“Çekime başladığımda, ilk defa bir filmimde bunun bir sinema projesi olmadığını, aslında dünyayı bir trajediden haberdar etmek için sinemanın araçlarını kullandığımı hissettim.”
Mahmelbaf, orada bir başka şey daha söylüyordu:
“...ben bu filmi unutulmuş bir halkın durumunu anlatan bir röportaj gibi çekmeye çalıştım. Kitle iletişim araçlarının dünyayı küresel bir köye dönüştürdüğüne inanan Marshall McLuhan’ın aksine ben, siyasetin hâlâ söz konusu küresel imgeye kimin girip kimin girmeyeceğini belirlediğine inanıyorum.”(*)
Muhsin Mahmelbaf, vicdan duygusu olan bir sinemacı. Kendisine adeta göz/deyiş edindiği kamerasıyla insanlık durumlarına dönüp bakıyor, gerçekliklerini yansıtıyordu. Ahmet Rasim, Refik Halit Karay, Falih Rıfkı Atay, Çetin Altan, İlhan Selçuk yaşadıkları dönemin ruhuna ayna tutan bir bakışla yazarken sözcüklerin vicdanı olabilmeyi bilgiye/birikime dayanarak gerçekleştiriyorlardı.
Oysa, günümüzün bu “dil fahişeliği” yapan “kalemşor”ları günü karartma, gerçeği örtme, gündemi saptırma, siyasi erkin güdümünde var olma derdindeler.
Ama güneş balçıkla sıvanmıyor ne yazık ki! Doğa yasasıdır, bilinir; bütün ırmaklar nehirlere akar, nehirler de denizlere... Akarsuyu tersine çeviremezsiniz.
“Zaman usta” bunu anlatıyor bize. Bu telaş, bunca “dil fahişeliği” yapmak artık kimseyi kurtaramayacak. Bu da biline.

(*) “Muhsin Mahmelbaf”, Hamid Dabaşi; Çev.: Derya Kömürcü, 2013, Agora Kitaplığı, 165 s.  

Feridun Andaç



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları