Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Uluslararası ilişkilerin laikleşmesi ve Atatürk modeli
1.5 milyarı aşkın nüfus ve 58 İslam ülkesinden oluşan İslam coğrafyasında, her ne kadar uygulamada tartışılsa da, yalnızca Türkiye laik bir devlet olarak karşımıza çıkıyor. O da Cumhuriyetimizi kuran kadroların ve özelde elbette Atatürk’ün; maceraperestlik gütmeyen, gerçekçi, uluslararası eşitliğe dayanan, laik söylemlerin merkeze alındığı dış politikalarının sayesindedir.
Geçmişten bugüne din-devlet ilişkilerinin tartışmalı boyutu, Ortaçağ Avrupa’sı dahil birçok coğrafyada çatışmaya kadar varan noktaya ulaşmıştır. Avrupa örneğinde gördüğümüz monarşi yönetimlerinin, kilise ve papazların işbirliğiyle Avrupa’yı kana bulayıp dinin etkisini siyasi alana da yayma hedefi, toplumu baskılama ve kontrol etme aracı olarak kullanılagelmiştir. Laiklik, bugün Avrupa için tartışmaya açık olmayan ve uzun mücadelelerden sonra edinilmiş yüce bir mirastır. Peki, neden? Çetrefilli bir Aydınlanma sürecinden geçen Batı halkları; 100, 30 ve 7 yıl savaşlarını yaşayıp; Reform, Rönesans, Coğrafi keşifler gibi Kıta Avrupası’nı bilim, sanat, teknik, kültür ve sosyolojik olarak doğrudan etkileyen Aydınlanma evresini tamamlayıp siyasi ve toplumsal yeni yönetimlerine ulaştılar. Yüzlerce yıllık bu mücadele içerisinde dinci engizisyon mahkemeleri başta olmak üzere despot yönetimlerle dirsek teması içerisinde olan kesimler, Giordano Bruno gibi, sırf otoriter baskıya başkaldırıp bilimin ve laik değerlerin yolunu tutanları acımasızca katlettiler. Bu gibi örnekler saymakla bitmez. Batı, bugün, geçmişte yaşadığı mücadelelerin sonucu olarak “insan eti”, “kan kokan” aydınlanmasının temelinin kolay inşa edilmediğini ve bugünkü özgür, laik ve demokratik ilke ve değerlerinin; kilisenin dogmacı buyruklarından ve dinci kesimlerin bağnaz tutumlarından uzak bir alana çekilmesiyle sağlandığının bilincindedir.
1215’ten günümüze
Batı, ayrıca, laik değerler etrafında çevrelenen siyasi ve toplumsal yapı olmadan gerçek bir demokratik düzenin de olamayacağını, gerek yüzlerce yıllık mücadelesinde gerekse Soğuk Savaş’ın otoriter yönetimlerinin gölgesinin dolaştığı Avrupa’da deneyimlemiştir. İki numaralı savaşın ardından faşizmin yaralarını hızlıca saran, Batı ve Doğu Almanya’nın ve Avrupa’nın birleşmesi için çaba sarf eden Jean Monnet, Robert Schuman, Konrad Adenauer, François Mitterrand, Olof Palme gibi Soğuk Savaş’ın Avrupalı liderlerinden uzun uzun bahsetmemize gerek yok sanırım. İnsan hak ve özgürlükleriyle her geçen yıl yükselen ve bunu Avrupa’nın bütünleşmesi yönünde, Kıta Avrupası’nın aynı zamanda bir insanlık projesi olan Avrupa Birliği (AB) ile hayata geçiren Batı’da, son zamanlarda yükselme eğiliminde gözüken sağcı popülist partilerin ve Avrupa’nın Hıristiyan kimliğini vurgulayan siyasi kampın sınırlandırılması yine laik teamüllerin sayesinde olanaklıdır. Uluslararası ilişkileri bir disiplin olmaktan çok, bilim dalı olarak görmemizin nedenlerinden biri: 1215 Magna Carta’yla iktidarın yetkilerinin sınırlarını belirlemeye dönük girişimden başlayıp 1648 Vestphalia Antlaşması’yla ulus-devlet ve modern laik siyasal sisteme geçişin ilk adımlarından, yukarıda saydığımız Aydınlanma süreciyle tamamlanan yeni toplumsal ve siyasal yapının nasıl şekillendiğini ve geçmişte laik değerlerden kopan bir ulusal ve uluslararası yönetim anlayışının ne gibi felaketlere neden olduğunu objektif bir şekilde incelememize fırsat verdiği içindir.
Laikliğin önemi
Son yıllardan ve günümüzden örnek verirsek; uluslararası ilişkilerde laikliğin değerinin azınlıkta kalan toplumlarda daha iyi anlaşılabileceğini söyleyebiliriz. Örneğin, İsrail’in nüfusu 8 milyondan biraz fazladır ve bu nüfusun 1.8 milyonu da Müslümanlar’dan oluşur. Kendini, Yahudi ulus-devleti olarak tanımlayan İsrail’de, laikliğin değerini en iyi anlayan işte bu azınlıkta kalan Müslüman Filistinli İsrail yurttaşlarıdır. Kendi dinlerini, geleneklerini, başta eğitim, sağlık ve hukuki olmak üzere birçok yerde laik bir devletin yaklaşımıyla kolaylaştırıp devam ettirebilirler. Öyle ki İsrailli Müslümanlar her seçim döneminde, geleneksel Arap partilerinin dışında, “ya sol partiler ya da merkezdeki laik partiler yönünde” oy tercihlerini kullanmaktadırlar; çünkü İsrail’in dinci bir ülke profiline bürünmesi en başta onları etkileyecektir. Aynı örnek Mısır’daki Kıpti Hıristiyanlar için de geçerlidir ki bu grup, ne yazık ki hemen hemen her Noel arifesi ya da gününde kiliseleri saldırıya uğrayıp teröristlerce hedef haline geliyorlar. Mısır’da Kıptilerin ibadet ve dini özgürlüklerini ve laikliği; baskıcı, dinci bir yönetimin sağlaması mümkün olabilir mi? Ya da Myanmar’daki (Burma) Müslümanların, Budist çoğunluğunda, bırakın haklarını elde etmeyi; bir varlık olarak dahi tanınmayıp bulundukları coğrafyalarda başlarına neler geldiklerine hepimiz şahit olduk. Diğer taraftan, azınlıkta olmamalarına rağmen, Suriye iç savaşından kaçanların ilk istikametleri neden Batı Avrupa ülkeleri olmuştur? Neden en yakınındaki “aynı ümmetten olan din kardeşlerinin ülkelerine” sığınmak istememişlerdir? Dikkat edilirse baskı gören ya da azınlıkta kalan; dini, siyasi bir otorite ya da belirli guruplar tarafından hor görülüp kendini tehdit altında hisseden kesimler, laikliğin değerini sanırım Türkiye’de yaşayan Sünni çoğunluktan daha iyi anlayacaklardır.
Demokrasi ve laiklik
Ülkemizde “laikliğin temeli demokrasidir” gibi yanlış bilinen kanının aksine, gerçekte; “demokrasinin temeli laikliktir”. Bireyler arasında ve birey-toplum, birey-devlet ilişkisinde laik değerler ve normların var olmadığı bir ülkenin demokratik olduğu iddia edilebilir mi? 21. yüzyılın ilk çeyreğini yaşadığımız bu anda, laik olmayıp da demokratik hukuk devleti olan bir örnek gösterilebilir mi? Türkiye gibi nüfusun çoğunluğunu Sünni Müslümanların oluşturduğu bir ülkede laikliğin değerini anlayabilmek için ya İsrail, ya Mısır ya da buna benzer coğrafyalarda yaşamak gerekiyor. Belirli bir kesimin kasıtlı olarak karaladığı ve esasında, bu topraklardaki yegâne “var olma nedenimiz” olan 24 Temmuz 1923 tarihli Lozan Antlaşması, Türkiye’de yaşayan azınlıklara dini ve ibadet özgürlüklerini vermesinin yanında “anayasal olarak da laik bir ülkenin” sınırları içerisinde kendilerine bu güveni ve güvenceyi de sağlamıştır.
Bugün, İsrail başbakanının Yahudi milliyetçiliğini ister istemez dini motifleri, sembolleri (Tapınak tepesi, Kotel-Ağlama Duvarı vs.) de içine katarak bir dini söylem geliştirip bunu sadece ulusal birliği değil de ülkesinin Filistin sorunu ve uluslararası ilişkilerine etki edecek boyuta taşıması; bizdeki siyasal İslam temsilcilerinin Şam Emevi Camii ve Kudüs’te namaz kılma gibi söylemleri, Avrupalı aşırıcı Katoliklerin kendilerine has söylemleri ve Amerikan Evangelistlerinin sürekli bir Armageddon’u işaret etmeleri, uluslararası ilişkilerin yapısının laikleştirmesinin elzem olduğunu, olası ayrışma ve çatışmaların önüne geçebilmek ya da yaşadığımız yer kürede bir arada yaşama ülküsünden başka tercihimiz olmaması gerektiğini kanıtlamaktadır ki o da laik toplum değerlerine sıkıca sarılmış ve bunu uluslararası ilişkilere de yansıtan yeni bir uluslararası siyaset dilidir. Amerikan hegemonyasının şahin savunucusu Trump gibi liderlerle bu mümkün olabilir mi?
Cumhuriyetimiz ve değeri
Dini farklılıklarımız ya da inançsızlıklarımız, toplumsal hoşgörüye ve bir arada yaşama (coexist) ülkümüze neden engel olsun ki? Kutsal din duygularını ve tarihsel zenginliklerimizden olan inanç tarihinin birikimlerini, insanlığın kötülüğüne kullanan her türlü uluslararası şiddet, çatışma ve terörün yıkıcı etkilerini, laik değerlerimizle aşabiliriz; ancak laikliği, “yumurtanın sarısıyla beyazını ayırır tarzda”, “sadece din ve devlet işlerini birbirinden ayırmak” gibi basit tanımıyla algılamamak koşuluyla!... Demokrasinin ve demokratik zenginliklerimizin toplum yararına işlemesinde, laikliğin en belirleyici “ilk harç” ve “ilk gerek” olduğunu akıldan çıkarmama bilinci; küresel siyaset ve uluslararası ilişkilere damgasını vuran terörize hareket ve saldırıların arttığı günümüzde dahada önem kazanmaktadır. Merak edenler; Taliban, El Kaide, Eş Şebab, Boko Haram gibi terör örgütlerinin, uluslararası sistemde ve özellikle Afrika ve Ortadoğu gibi bölgesel alt sistemlerde, başarısız devletlerin (failed states) üzerinden nasıl ortaya çıkarıldıklarını inceleyebilirler. Özellikle, Ortadoğu’nun teokratik (dini), kleptokratik (ailevi), otokratik (tek adam) ve kakistokratik (en niteliksiz) yönetimlerinin “demokrasicilik” ve “laikçilik” oynadığı geçmişleri bu durumun kanıtıdır. 1.5 milyarı aşkın nüfus ve 58 İslam ülkesinden oluşan İslam coğrafyasında, her ne kadar uygulamada tartışılsa da, yalnızca Türkiye laik bir devlet olarak karşımıza çıkıyor. O da Cumhuriyetimizi kuran kadroların ve özelde elbette Atatürk’ün; maceraperestlik gütmeyen, gerçekçi, uluslararası eşitliğe dayanan, laik söylemlerin merkeze alındığı dış politikalarının sayesindedir. Türkiye, devrim kanunlarıyla sadece içeride değil; uluslararası ilişkilerinde de laik bir kimliğe bu sayede bürünmüştür ve modern uluslararası ilişkilerdeki yerini bu kurucu kadroların ileri görüşlülüğüne borçludur. Uluslararası ilişkilerin laikleşmesi konusunda, savaşı, “zorunlu ve hayati olmadıkça bir cinayet” olarak tanımlayan Atatürk’ün dış politika ve devletler arası ilişkiler anlayışının laik temelleri, her türlü dinci ve aşırılıkçı radikal unsurlara karşı, medeni dünyanın gelişmelerinden yararlanıp “yeni insan” yaratmada uygarlığı rehber edinen bir rol model olarak, 21. yüzyıl dünyasına da örnektir. Laik Cumhuriyetin ortaya çıkışı ve özellikle Cumhuriyetimizin ilk yıllarında uygulanan dış siyasa, bunun en iyi kanıtıdır.
REMZİ ÇETİN
Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
En Çok Okunan Haberler
- Kendisini canlı canlı dev yılana yutturdu!
- Cumhuriyet Savcısı açığa alındı!
- Erdoğan'dan RTÜK'e 'hızla tedbir' talimatı
- Ankara’da konuşulan iddianame
- İYİ Parti'de Akşener krizi
- ORC'den çarpıcı 'Karadeniz' anketi
- Real Madrid Arda Güler için son noktayı koydu!
- Bahçeli'nin çağrısıyla ilk adım
- Ali Koç, Türkiye’ye neden yatırım gelmediğini yorumladı
- 'LBGT faaliyeti içinde olan bir derneğin...'