Olaylar Ve Görüşler

Türkiye hâlâ Gezi'de - Neval Oğan Balkız

05 Haziran 2024 Çarşamba

Noam Chomsky, “Düzenin muhafızları, terimin bir anlamıyla demokrasiyi kurmaya çalışırken diğer bir anlamıyla bloke ettiler” tespitini yapar. Geçmişte olduğu gibi şimdi de erki ellerinde tutanların demokrasiyi kendi erklerini meşrulaştırma, halkı hareketsiz ve karar süreçlerinin dışında tutmanın “ideolojik bir aracı” olarak kullandıklarını ileri sürer.

Bu tespit, AKP iktidarının gündemde tuttuğu başkanlık ve anayasa tartışmalarını doğru değerlendirebilmek için, önemli bir başlangıç noktası oluşturur. Tipik bir “biçimsel seçim demokrasisi” olan Türkiye siyasal sistemi, bugüne kadar geçen süreçte periyodik seçimleri kurumsallaştırmıştır ancak gerçek anlamda tam katılımcı olmaktan uzak, otoriter bir siyasi ve ekonomik yapıyı korumuştur. Demokratikleşme, seçimlere biçimsel katılım düzeyi ile sınırlıdır.

Böyle bir yapıda geniş halk kitlelerinin seçimlere katılması sağlanarak daha radikal değişimlerin önü ve bununla birlikte anti reformist geleneklerin sürekliliği garanti altına alınmıştır. 

Daha geniş halk katılımını ve sosyal adaletin temelini oluşturan toplumsal reformu gündeminden tamamen uzak tutmuştur. Bu biçimsel demokrasi de ekonomik eşitsizliği artırmış, toplumdaki adaletsiz erk ve kaynak paylaşımı giderek yoğunlaşmıştır.

BİÇİMSEL DEMOKRASİ

Bu “biçimsel seçim demokrasisi” AKP iktidarının yerleşmesini; neoliberal politikaları eklemleyerek siyaseti pragmatik, kısa vadeli reformlar ve tavizler ile çıkarların koordinasyonundan ibaret gören anlayışının kurumsallaşmasına yol açmıştır.

AKP iktidarı bu koşullarda, açık otoriter bir rejimin karşılaşabileceğinden daha az halk direnişiyle karşılaştı ve katıldığı seçimlerde (31 Mart yerel seçimleri  bir değişimin başladığını göstermekle birlikte) tercih edilir olma konumunu korudu. Yapısal ve işlevsel unsurlarıyla siyasal ve ekonomik hâkimiyetini oluşturan çok katmanlı erk merkeziyeti, kamusal ve özel alanın bütününü kaplayan siyasallaşmış din temelli sosyokültürel, eğitsel hegemonik anlayışı ve pratiği ile fazla zarara uğramadan acı, hatta daha baskıcı toplumsal ve ekonomik politikalar izlemekte, ilerici reformları engellemekte ve kendi anlayışı doğrultusunda oluşturduğu bir statükoyu hâlâ korumakta. Bunun sürdürülebilirliğini sağlamak için de daha katı bir tek adam rejimine  dönüşmekte.

Ekonomi- politik bir yaklaşımla bu durum; her şeyin bir fiyatının olduğu değişim ilişkisinde,  doğrudan kendini gösteren bir “özgürsüzlüğü” ifade ediyor. Gezi eylemliliği de tam anlamıyla “Her şeyin fiyatı olduğu sürece özgürlük yoktur” anlayışının eylem halini oluşturmuştu. Çünkü toplumsal alanda özgürlük ve demokrasi talebini bir kavram düzeyinden çıkarıp onun olanaklığını tanıyan bir eylemselliğe dönüştürmüş bulunuyor. 

Gezi eylemleri; sil baştan yeni bir toplumsal düzen kurabilecek, kökten bir yeniden kuruluş niteliği ve amacı taşıyan, eylemler değil. Kimi oldukça önemli sosyoekonomik, ekolojik ve siyasal dönüşümleri, demokratik kurumlar bağlamında gerçekleştirmeyi amaçlayan bu eylemlerin öznelliği ve tekliği; iktidar ilişkilerine soyut bir itiraz değil, ciddi şekilde karşı koymanın etkili bir yolunu oluşturmasından, yeni söylemler ve biçimler ortaya koymasından kaynaklanıyor. 

‘EYLEM İÇİNDE ÖZGÜRLÜK’

Bu eylemlerde toplumun değişik ve farklı kesimleri; yeni mücadele yöntemlerini keşfetti. Toplum, kendiliğinden oluşan beraberliklerin içinde bulunmanın farkını deneyimledi. Farklılıklara saygı göstererek bir arada olmanın ve tartışmanın önemini biliyor. Bu nedenle eylemler; geleneksel politikada “görülebilir olanla görülemez olanı, hayal edilebilir olan ile edilemez olan arasındaki ilişkiyi” ve “bu ilişkideki değişimleri düzenleyen kurucu unsurları” yeniden düşünmemizi  zorunlu hale getiriyor.

Gezi eylemleri, geleneksel neoliberal akıl yürütmeleri aşarak “Politik olanın gerçekleştiği yeni alanın sınırları nedir?, Geleneksel  partilerin yanında, bu alanda  hangi yeni aktörler yer almalıdır? Ana listeler ve aktörler bundan sonra politik olanın hangi yönlerini dikkate almalıdır? Politik karar alma süreçlerine kimler katılmaktadır? Kimler katılmak istemektedir” sorularına yanıt oluşturacak, belirleyici çok önemli veriler  yarattı.

Berger, “Haksızlıklara karşı mücadeleler, hayatta kalabilme öz saygının korunabilmesi ve insan hakları için verilen mücadeleler, asla acil talepleri örgütlenmeleri ya da tarihsel sonuçları açısından değerlendirilmemelidir” der ve bunların “hareketler”e indirgenemeyeceğini belirtir. Çünkü bir insan kitlesinin hep birlikte belirli bir amaca yönelmesi anlamına gelen hareket, sonuçta başarılı ya da başarısız olmaya odaklıdır ve süreçteki deneyimleri, kazanımları göz ardı eder.

Bu anlamda Gezi eylemleri bir “hareket” değil; sayısız kişisel tercihi, ilhamları, fedakârlıkları, yeni istekleri, kederleri ve hareket esnasında oluşan anıları içeren; özgürlüğün tanınması, seçilmesi ve peşine düşülmesi yolunda bir “eylem içinde özgürlük” deneyimidir.

O nedenle iktidarın ele geçirilmesine odaklı değildi. Herhangi bir partiye kanalize olmayı amaçlamadı. Çeşitliliğe, mücadelenin çoksesliliğine dayanmaktaydı. Bu durumun yeni bir  muhalefet deneyimini, yeni bir toplumsal iletişimi, yeni bir kamusal biçimi yaratması hâlâ olanaklıdır. 

Gezi’yi suç göstermeye, ondan suçlu üretmeye çalışanların, hukuka aykırı yargılamalarla ısrarla, inatla Gezi’ye “suç yükleme” çabaları, bu olanağı ortadan kaldırmak istemelerindendir. Bu anlamda, Türkiye, aynı ruh ve adalet istemleri ile hâlâ Gezi’de.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları