Olaylar Ve Görüşler

TÜRKIYE BU HALE NEDEN DÜŞTÜ?

01 Mayıs 2019 Çarşamba

Geleceğimiz karanlık, ancak dünyaya sürprizler yapmayı seven bir milletiz. Neden tıpkı 100 yıl önceki gibi destansı bir mücadeleyle iktisadi bağımsızlığı yeniden kazanmayalım? Elbette bu yalnızca vatansever ve halkçı bir hükümetle mümkün.
 

Ekonomik krizi inkâr etmenin imkânı artık kalmadı. İstatistikler ve vatandaşların yaşa­dıkları açık. Peki biz bu hale neden düştük?
1980 sonrasında serbest piyasa ekonomisi­ne geçişle temeli atılan, 1989’da durgunluğun hissedilmeye başladığı, 1994’te krize dönüşen ve ancak 2001’de sona eren ekonomik buhran dönemini geride bırakmıştık. Siyasi istikrar­la düşen risk primi; ardından gelen yapısal re­formlarla özelleştirme geliri (Tekel gibi yok pa­hasına satılsa da) ve sağlık-eğitim gibi alanları özel sektöre kısmen devretmenin yarattığı ka­mu tasarrufu neticesinde kamu borç oranı yüz­de 27.6’ya (2015) kadar düşmüştü.
Merkez Bankası ve ticari bankaların yeniden yapılandırılması (bedeli vatandaşa ödetildi) so­nucunda Türkiye’ye yurtdışından fon akışı baş­lamıştı. Ancak yabancı yatırımcılar uzun vadeli kredileri Türk Lirası cinsi vermekten kaçınıyor­lardı. Bunun neticesi özel sektörün döviz cinsi borçlanması oldu.
 
‘Allah’ın bir lütfu’ söylemi
2007’de başlayan ve farklı aşamalarla 2013’e kadar süren (esasında tüm küre hâlâ bu krizin gölgesinde) küresel finansal kriz; Tür­kiye için Erdoğan’ın başka bir durum için kul­landığı “Allah’ın bir lütfu” tabirindeki etkiyi gös­termişti. Tarihte eşi benzeri görülmemiş para­sal bolluk dönemi başlamış ve sayesinde 2009 krizi söylendiği gibi teğet geçmese de 1 yıl gibi göreli kısa sürede geride bırakılabilmişti. Ancak bir sorun gittikçe büyüyordu: Özel sektörün dö­viz borçlanması.
Peki özel sektörün borcunun arkasında ne yatıyor? Altyapı yatırımları kamu-özel iş birli­ği yöntemleriyle gerçekleştirilince elini taşın al­tına koymak özel sektöre düşmüştü. Özel sek­törün yatırım için dış finansmana; hükümetin­se ne pahasına olursa olsun seçimlerden ötürü büyümeye ihtiyacı vardı. Sorun şuydu ki gelen para geri dönüş süresi uzun olan projelere (Os­mangazi Köprüsü) ve üretken olmayan tüketi­me (lüks rezidanslar) sarf edilmiş; kurumlar dö­viz kazanarak döviz borcunu geri ödeyemez ol­muştu. Bunun sonucunda talep önce enflasyo­na dönüştü (0’lar atılmasına rağmen) ve üretim artırılamayınca talep bu sefer ithalata yönele­rek cari açık yarattı. 2003’ten bugüne toplam cari açık yaklaşık 575 milyar dolar.
2013’te ABD Merkez Bankası’nın para bol­luğunu azaltacağını ima etmesi ve ardından sı­cak paranın Türkiye’ye tereddütle akması (hâlâ akıyor) ilk kur şokunu yaşatmıştı. Tür­kiye kur-faiz kıskacındaydı; küresel serma­ye finansman sağlamayı duraklattığı her dö­nemde kur veya faizden en az biri sıçramak durumundaydı.
Fakat AKP’nin mutlaka kazanmayı hedef­lediği 2014’ten 2019’a süren seçim mara­tonu başlamıştı. Dış borçla ekonominin su­yu kaynamasına rağmen seçim döneminde ekonominin soğutulup krizin başlamasına izin verilemezdi; ta ki sistem Nisan 2018’de tıkanana kadar. Özel sektörün döviz cin­si net borcu 223 milyar dolara çıkmış; alacak­lı küresel yatırımcılar bu borcu döndürmeye ni­yetsiz, özel sektörse kâr yaratamadığı için sür­dürmeye kabiliyetsiz kalmıştı. Sonunda Mer­kez Bankası’nın ataleti sebebiyle kur ve faiz eş­zamanlı sıçradı; ekonomik aktivite durgunlu­ğa girdi.
 
Sonrasını iyi biliyoruz
Cebimiz doğrudan yandığı için sonrasını iyi biliyoruz. Enflasyon dizginlenemiyor ve işsiz­lik Cumhuriyet tarihinin rekoru düzeyinde. Bu hikâyenin henüz bilmediğimiz bir sonu daha var: Özel sektör dış borcunu ödemediğinde yü­kün devlete, yani biz vatandaşlara kalacağı.
Geleceğimiz karanlık, ancak dünyaya sürp­rizler yapmayı seven bir milletiz. Neden tıp­kı 100 yıl önceki gibi destansı bir mücadeley­le iktisadi bağımsızlığı yeniden kazanmayalım? Elbette bu yalnızca vatansever ve halkçı bir hükümetle mümkün.

M. MURAT KUBILAY
Ekonomist



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları