Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Toplumsal cinsiyet ve saygı
Kadim geleneklere karşıdır diyerek “toplumsal cinsiyet eşitliği”ne karşı çıkmak, eskilerin deyimiyle “abesle iştigal etmektir!”. Türkiye Cumhuriyeti, CEDAW sözleşmesinden imzasını çekerek, tüm dünyanın önünde köleci çağlara döndüğünü mü ilan edecektir?
Dilimize “toplumsal cinsiyet” olarak çevrilen “gender” sözcüğü, bilimsel bir terimdir: Kadın ve erkek cinslerine geleneklerin, kültürlerin -anatomik ve fizyolojik özeliklere kimi kez bağlı olarak (kas gücü talep eden işlerin erkeklere uygun görülmesi ) ve çoğu kez bağlı olmayarak (kadınların daha az zeki sayılmaları ya da gülmelerinin ayıp kabul edilmesi )- atfettiği özellikler anlamına gelir.
Yasal söylem niçin “toplumsal cinsiyet eşitliği” terimini yeğler? “Cinslerin eşitliği”nden dem vurmanın, zihni kadınların köleleştirilmesi önyargısıyla koşullandırılmış olanları hemen “eşitlik=özdeşlik” yanılgısına düşüreceği için. Kadın ve erkek elbette özdeş yani “aynı” değildir. Eşit olmaları, kadın birey ile erkek bireyin devletin, ailenin, toplumun, ve sermayenin yani kurumların önünde fırsat ve hak eşitliğine kavuşmaları, farklı değer yargılarına tabi tutulmamaları anlamına gelir. Somut örnek vermek gerekirse, aynı işi yapan kadın ve erkek çalışanın, devletten veya şirketten eşit ücret alması; toplum indinde kadına ayrı, erkeğe ayrı cinsel ahlak anlayışının uygulanmaması gibi. Kadınların aşağılanmasının, dışlanmasının ezilmesinin biyolojik etmenlerdense toplumsal önyargılardan kaynaklandığı; kültürlerin ve geleneklerin doğanın kadının karnına yüklediği soyun devamı meselesini sonuna kadar istismar ettiği apaçıktır. O nedenle yasa, kadını savunabilmek için geleneğin karşısına geçmiştir. Elbette, insanlığın uzun tarihinde yeni bir yasal anlayıştır bu; ama Fransız Devrimi’nin “yurttaş eşitliği” ilkesine, dönemin kadınlarının “Peki, ben yurttaş değil miyim?!” haklı feryadına kadar uzanan ve tarihsel süreçte pek çok erkek tarafından da desteklenmiş olan bir büyük mücadelenin önemli bir basamağıdır bu yasal anlayış ve yasal söylem. Ve en önemlisi Türkiye Cumhuriyeti, imzacı devletlerde yasa ağırlıklı olan ve bu anlayış ve söylemle somutlaşmış Birleşmiş Milletler Sözleşmesi’ne imza koymuştur. (CEDAW: Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi)
Dolayısıyla, kadim geleneklere karşıdır diyerek “toplumsal cinsiyet eşitliği”ne karşı çıkmak, eskilerin deyimiyle “abesle iştigal etmektir!” Türkiye Cumhuriyeti, CEDAW sözleşmesinden imzasını çekerek, tüm dünyanın önünde köleci çağlara döndüğünü mü ilan edecektir? Sormak isterim: Töre uğruna kadın öldürmek de köklü bir gelenektir; onaylanmalı ve desteklenmeli midir? İnsan hayatına ve onuruna aykırı düşen gelenekleri -ki uygarlığın kökeninin köleciliğe dayanması dolayısıyla hiç de az değildir böylesi- kutsamak abestir.
Gelelim “saygı” meselesine. İonna Kuçuradi “İnsan niçin değerlidir?” sorusunu “Değer yaratabildiği için” diye yanıtlar. Buradaki “değer” sözcüğünün parasal değerlerin çok üstünde bir anlam taşıdığını vurgulamak herhalde gereksizdir. İnsanın sırf insan olmaktan kaynaklanan saygınlığının -kâğıt üstünde bile olsadünya çapında kabulü, bin yıllar almıştır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra kabul edilen “Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Beyannamesi”nden söz ediyorum. “Hak” kendiliğinden var olan bir değerdir; doğar doğmaz sahip olduğumuz “yaşama hakkı” gibi; “adalet” ise yüksek bir makamın dağıttığı bir değerdir. İnsanlığın ulaştığı “haklardan söz edilme” aşamasında tutup da cinsiyetler arası ilişkilerde “adaletten” söz edenlere sormak isterim, bu “adalet”in mahkemesi neresidir, hâkimi, savcısı, infaz memuru kimlerdir?
Kimse çocuğunu karşı cinse özellikle saygısız olsun diye yetiştirmez. Kadınlar, erkekler ve aralarındaki ilişki konusunda bireylerin kişiliklerinin temellerine işleyen etkiler, aile kurumu içinde ve bireysel yaşamın ilk yıllarında alınır. Çocuklar süngerin suyu emmesi gibi, yakınlarında tanık oldukları davranışları içselleştirirler. Babanın anayı dövdüğü bir ailede büyüyen erkek çocuk, yetişkinliğinde fikir düzeyinde bu durumu aşsa bile -hayat, sayısız örneğiyle tanık tanıktır kikadına karşı şiddet eğilimi taşıyacaktır. Ailede elbette saygıya ihtiyaç vardır ama yetmez; yakın ilişkiler sevgiye ve güvene dayanır. Sevgi ve güven yoksa geriye kalan saygı değil, korku ve kindir.
Türkiye, çeşitli nedenlerle her türlü toplumsal ilişkide saygının unutulduğu, yerini şiddetin ve hakaretin aldığı kederli bir diyar haline geldi. Evet, saygı dersine ihtiyaç var, ama acaba öğrencisi kim ve öğretmeni nerden bulmalı?
Erendiz Atasü
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
En Çok Okunan Haberler
- Malatya depremi: 'Endişe verici' diyerek uyardı!
- İYİ Parti'de Akşener krizi
- Kan donduran 'taciz' iddiası
- Muharrem İnce’den sert yanıt!
- Ankara’da konuşulan iddianame
- Oktay Kaynarca’dan ‘Selahattin Demirtaş’ açıklaması
- TÜPRAŞ'tan açıklama geldi
- 'Tweet bu kadar, gerizekalı!'
- ORC'den çarpıcı 'Karadeniz' anketi
- Sedat Peker'in avukatı hayatını kaybetti