Olaylar Ve Görüşler

Tiyatronun görevi

31 Mart 2019 Pazar

Tiyatro, yaşamdan parçaların ya­ni dramatik anların (içinde gerilim-çatışma ve karşıtlık bulunan etkile­yici anların), art arda getirilip dekor-kostüm ve ışıkla, ustalık gerektiren oyunculuklarla, bütünlük içinde yazı­larak sahnelenmesidir.
Tiyatrodan sonra, dramada olduğu gibi, tartışma genellikle olmaz. İzle­yici tiyatro yapıtını beğendiyse onlar, kendi bilinçlerinde ve aralarında, oyu­nu düşünürler-tartışırlar. Bu durum, tiyatro ürününün yarattığı “özümsen­me sürecidir.” Özümsenme sürecin­deki izleyici gelişir ve dönüşür. Tiyat­ronun uyandırdığı duygular arasında, dört duygu, temel duygular olarak ka­bul edilir... Bunlar: korku, sıkıntı, hü­zün ve acı/ sevinç/ keyif öbeğinde bütünleşen duygulardır. Bu dört ruh hâlinin, her tiyatro gösteriminde bu denli önemli olmasının nedeni, yaşa­mın ana duygularını oluşturduğuna olan inançtır.
Tiyatro üzerine çok sözler edildi... Tiyatroya ilişkin söylenenleri, yıllar­dır, sarı yapraklı matematik defteri­ne not ediyorum. Muhsin Ertuğrul’un (1892-1979), şu sözlerini not etmi­şim: “Biz bir ruh kalkınmasının ancak bütün güzel sanatları bir çatı altında toplayan tiyatro yoluyla gerçekleşe­ceğine inanıyoruz.”
Zülfü Livaneli, yazdığı, Birleş­miş Milletler Eğitim, Bilim ve Kül­tür Örgütü’ne (UNESCO) bağlı Tiyatro Enstitüsü Türkiye Merkezi’nin (UNES­CO-ITI); 2003 Yılı Dünya Tiyatro Günü Bildirisi’nin bir yerinde, sanki tiyatro­muzun bugünkü durumunu göstermiş: “Tiyatro, uzun tarihi boyunca yok edici insanı sahnede eleştirerek yaratıcı in­sana dönüştürmeyi amaçladı. Kimi za­man bunu, sahnenin bulunduğu bina bombalanırken yaptı hem de. Bir kol­tukta oturup sahneye bakan seyirciye bir ayna tutarak, yok edici insanı eleş­tirmeye ve seyircinin içindeki yaratıcı insani gücü ortaya çıkarmaya çalıştı. Bu yüzden de her rejimde iktidar sa­hipleri ve zorbalar tarafından sevilme­di, baskı altına alınmaya çalışıldı.”
İnsanları-toplumları, ahlak bakı­mından, en çok sarsıntıya uğratan; ekonomik bunalımlardır. Özellikle ekonomik bunalım zamanlarında, dü­şünceye-düşüncenin özgürce belirtil­mesine ve düşünceyi en güçlü biçim­de yansıtan tiyatroya büyük önem/ yer vermek gerekir.
Klasik yapıtları (insanlığı kucakla­yan yapıtları), sahnelemeyen bir ti­yatroyu nasıl düşünemezsek, za­manımızın sorunlarını/ sorunlarımı­zı ele almaktan kaçınan bir tiyatro­yu da düşünemeyiz. Türkiye, 70’li yıl­lara değin; özel tiyatroları, ödenek­li devlet tiyatrolarını geride bırakmış ve yerli yazarları, en nitelikli oyunla­rını yazmış bir ülkeydi... Bugün, o yıl­lardaki tiyatro çizgisinin çok gerisi­ne düşmüşsek, özel tiyatroların sayısı azalmışsa; bunun ilk nedenini “bizim oyunlarımızın” çok azalmış olmasında aramak gerektiği düşüncesindeyim.
Tiyatronun görevi, günlük işlerin ha­yı huyundan ve ekmek parasını kazan­ma savaşımından yorgun düşüp ruh­sal yapıları bozulan insanlara, yeniden yaşama isteği vermektir... Rahat ko­şullarda yaşamaktan uyuşmuş olan in­sanları da sarsıp uyandırmaktır.

NIHAT TAYDAŞ / Yazar



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları