Olaylar Ve Görüşler

Tam da zamanı: ‘Karanlıktaki umut’

03 Temmuz 2019 Çarşamba

Okuduğunuz kitapta yakaladığınız bir cümle sizi duraklatıyor, üzerinde düşünmenize neden oluyorsa; belli ki o elinizdeki kitabı hiç bitirmek istemeyeceksiniz.
Kendi okuma deneyimimin bana öğrettiğidir bu: Dura düşüne, not alarak ve yazarak okumak. O nedenledir ki düşünsel metinleri hep kurgusal anlatıların önüne almışımdır.
Bilme, öğrenme arzum belirleyicidir burada. Kurgulanan bir metin/anlatı eğer birçok öğeyi içinde barındıramıyorsa yalınkat gelir bana. O kendini hemence ele veren bakışın kurduğu anlatıyı sığ bulurum. Düşündürmediği gibi sözünü imbiğinden geçirememe hali okuma eylemimi sıkıcı kılar.
Hele “hiper-anlatı”ları, çoğunda salt gevezeliğe yer veren kurguları okumak keçiboynuzu kemirmeyi çağrıştırır bana.
Şimdi Rebecca Solnit’in Karanlıktaki Umut: Anlatılmayan Hikâyeler; Muhteşem Olasılıklar (*) kitabını önüme alıp okumaya koyulunca; önceki kitaplarının okuma notlarına dönmemle birlikte, bu kitaplarının neden hâlâ “acil okuma- dönme rafı”nda yer aldıklarına gülümsedim...

Yeryüzünün dertleri
Öyle ki; güncelin/gündemin ötesinde, benim okurluğumun ilgi alanlarını göstermesi bakımından, böylesi adlar vererek dizimlediğim kitaplığımda kitapların günbegün birikmesini bir oyun (ama zihin oyunu) arenasına benzetirim. Çünkü orada tarihten sinemaya, felsefeden sosyolojiye, biyografiden denemeye, romandan öyküye, anıdan şiire vb. dair birçok konudaki okunmuş kitaplar yan yana durur. Okunma sırasını bekleyenlerin de bundan farkı yoktur.
İşte bu okuma çeşitliliği arasında kendine yer açabilen Rebecca Solnit düşünce yapısı ve geliştirdiği söylemlerle ufkumu açan, bana sürekli yeni şeyler taşıyan, hayata ve yazıya dair sorgularımı/sorularımı çoğaltan entelektüel bir anlatıcıdır benim gözümde. Çağının vicdanı bir göz/bakış/duyuştur da diyebilirim.
Kitaplarındaki yazılarının her birini okurken daha çok okumak/yazmak/düşünmek gereği duygusunu taşıyor bana. Evet, daha çok sormak/sorgulamak, bilmek/anlamak için gitmek ve görmek gerektiğini de hatırlatır sürekli.
Onun yüzünü döndüğü her konu, ele alıp değindiği her sorun yangın yerine çevrilen yeryüzünün en temel dertleridir.

İtiraz eden bilinç
Her gün onlarcasına tanık olduğumuz olaylarından, çevre felaketlerine, cinsel tacizden ötekileştirmeye, mültecilikten savaşa, insanlığın yeryüzü serüveninde yaşadığı her bir açmaz/sorun onun bakışında ortak bir bilince dönüşen etkileyici sözdür. Eleştireldir, gören gözün sorgulayıcı bakışı, itiraz eden bilincidir.
Rebecca Solnit Yakındaki Uzak (2014), Kaybolma Kılavuzu (2015), Yol Aşkı: Yürümenin Tarihi (2016), Bana Bilgiçlik Taslayan Adamlar (2015) kitaplarından sonra Karanlıktaki Umut’ta, bu kez 2000’lerin dünyasının nereye/nasıl/ neden sürüklendiğiyle bizi yüzleştiriyor. Onun yakaladığı/önemsediği dil/ söylem biçimi “aktivist” olmanın ötesinde düşüncenin/duygunun gören, hisseden vicdanıdır. Evet, Solnit, vicdani bir ses olarak yükseltiyor bakışını. Olagelenlerin nedenlerini sorgularken derleyip gösterdikleriyle susan/sinen, göremeyen/ görmek istemeyenlere de uyarıcı oluyor. O nedenledir ki ondan okuduğunuz her bir söz düşündürücü, iç burkucu, sorgulayıcı bir anlama bürünüyor sizin de bilincinizde. Değişimin durarak, bekleyerek olmayacağına da bir ses/ uyarıdır onun bakışı.
“Bir kıyıda beklemek, iyimser veya kötümser bir bakışı kuşanmak yerine; eylem gerek” der adeta.
Eğer umutlanmak istiyorsak eylem kaçınılmaz.
“Yapıp ettiklerimizin nasıl ve ne zaman önem kazanacağını, kimi ve neyi etkileyeceğini önceden bilmesek de, yapıp ettiklerimizin önem taşıdığı inancıdır umut” (s.11)
Toplumların geçiş ve kriz dönemlerinde çöken karanlığı aydınlığa çevirebilmenin yegâne yolunun umutlu bir bakışla donanmış eylemsellik olduğunu söylemek gerekir. Rebecca Solnit, baskı rejimlerinde sivil itaatsiz örgütlenmenin/ sesin ne denli önem taşıdığının altını çizer. Yakın zamanda yaşanan “Arap Baharı”nı ateşleyen kıvılcım aslında böylesi bir itirazın sonucuydu. Sanırım bu anlamda toplumlar birbirlerine de ilham veriyor.
Bu öyle bir dalgadır ki; birikerek kasırga etkisi yaratabiliyor toplumların doğasında. “Gezi”nin getirebileceği dalganın önünü alabilmek için kurgulanan “15 Temmuz” kalkışması; aslında toplumsal sürüklenişin ve ekonomik ve sosyal alanda yaşanan çöküntünün doğurabileceği sonuçları az çok göstermektedir.
Doğrusu, Solnit’in şu değerlendirmesi de bu bağlamda önem taşır:
“Fikir ve değerlerdeki değişimler de yazarların, bilim insanlarının, entelektüellerin, sosyal aktivistlerin ve sosyal medya kullanıcılarının çalışmaları sonucunda oluşan kimin ve neyin önemli olduğu, kime kulak verilip inanılması gerektiği, kimin ne gibi hakları olduğu hakkındaki varsayımların zamanla geçirdiği değişimlerden doğan sonuçlar eskisinden çok farklı bir hal almaya başlayana dek, bu sorunlar önemsiz ya da ikincil gibi görünür.” (s.13)
Bu da, aslında, dönüşümün ibresini gösteren hatırlatmadır. Yani ötede “sakil” görünenin kendini her alanda “ana akım” olarak tanımlayanlara karşı biriktirdiklerinin nasıl bir eylem biçimine dönüşebileceğinin işaretlerini verir.
Şu gerçekliği göz ardı etmemeli bence; toplumların belli dönemeçlerdeki “seçim”leri geleceklerini belirlemede bir “tarih”e dönüşebilir.
Salt tarih anlatmıyor bunu. Rebecca Solnit’ vari toplumun vicdanı olabilen entelektüel sesler de yazıp ettikleriyle bunun işaret fişeği olabiliyorlar.
Solnit, böylesi gidişin dönüşümüne dair yaptığı bir belirlemede şöyle der:
“Gücün gölgelerden ve kenarlarda kalmış olanlardan geldiğini, umudumuzun ilgi odağındaki aydınlıkta değil kıyıda köşede kalan karanlıklarda olduğunu hatırlatır. Umudumuzun ve çoğu zaman gücümüzün.”

(*) Rebecca Solnit, Karanlıktaki Umut: Anlatılmayan Hikâyeler; Muhteşem Olasılıklar; Çev.: Şeyda Öztürk, Siren Yay., 2019, 197 s.  

FERİDUN ANDAÇ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları