Olaylar Ve Görüşler

Suriye’de rota değişikliği (23.01.2019)

23 Ocak 2019 Çarşamba

Türkiye’nin çıkarı, Suriye’nin istikrara kavuşturulmasından geçmektedir. Yeni topraklar kazanmaktan değil. Bir kere girilen maceranın maliyeti ortadadır. Yenilerinden uzak durulmalıdır. Suriye’de girişilen yanlışı meşrulaştırmak adına kimilerince dillendirilen “insani dış politika” övgüleri de artık bir kenara bırakılmalıdır.

İktidarın Suriye politikası zikzaklarla devam ediyor: ABD ve Batı ile 2011’de başlayan maceranın nelere mal olduğunu gördükten sonra attığı adımlar, ABD’ye rağmen bir içerik kazanmıştı. Rusya ve İran ile yol arkadaşlığı, Kuzey Suriye’de ABD’nin yaratmaya çalıştığı koridoru önledi. Ancak Fırat’ın batısında, Münbiç meselesi çözüme kavuşturulamadı.
Fırat’ın doğusunda nasıl bir çözüme varılacağı henüz belirsiz. İdlib bölgesi ise hem öncelikli hale geldi hem de daha karmaşık bir hal aldı. Bu bölgede muhalifler arası çatışmalarda Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) alanının hâkimi haline geldi.
Trump’ın ABD Ordusu’nu Suriye’den çekme kararı, ABD müesses nizamı dahil, ilgili bütün tarafları hazırlıksız yakaladı. Bu hazırlıksızlık, yaşanmakta olan belirsizliğin temel sebebidir. Belirsizliği artıran diğer faktör, Türkiye’nin sıkça vurguladığı “Suriye’nin toprak bütünlüğü” kavramına verdiği anlamın içeriği...

Rota değişikliği
Ancak esas üstünde durulması gereken, Suriye politikasında iktidarın yeni bir rota değişikliğini devreye sokması: Fırat’ın doğusunda yeniden ABD ile birlikte yürümeye çalışması. Son dönemde yürütülen temaslar bu yürüyüşün “nasıl” olacağını belirlemeye yönelik.
Bu değişikliğin geri planında şunu görmek mümkün: Ülkenin sahip olduğu araçların elde etmek istediği amaçlarla bağdaşık olmadığı gerçeğinin yönetenlerin zihninde açığa çıkmış olması. Politika sürdürülebilir değilse politika olmaktan çıkar. Başka arayışlar devreye girer. Olup biten budur. Nitekim yaşanan ekonomik kriz ABD ve Batı ile kavgayı değil uzlaşıyı dayatmıştır. Dış kaynak arayışına yüksek faiz oranları çare olabilmiş, ekonominin dayatmaları her şeyin önüne geçmiştir.
Kabul etmek gerekir ki, Suriye’nin kuzeyindeki yapılanma “terör koridoru” olarak nitelense de, bu koridor bir etnik kökene dayandırılmaktadır. Ülke içinde ve çevre ülkelerde varlığı mevcut sosyolojik yapıyı da hassas kılmaktadır. Bu hassasiyet, farklı bir ayar arayışını birlikte getirmiş olabilir mi? Öcalan’a yapılan ziyaretlerin böyle bir anlamı var mı? Göreceğiz. Özellikle seçime doğru...

Fırat’ın batısı ve doğusu
Yeni rota, Rusya ve İran ile mevcut uyumu nasıl etkileyecek? Bunun da yanıtı önümüzdeki günlerde... “Fırat’ın batısını Rusya, doğusunu ABD ile şekillendiririm” şeklinde özetlenebilecek yeni yaklaşım sürdürülebilir mi? CB Erdoğan’ın Putin ile 23 Ocak 2019 tarihli görüşmesi, bu konuyu açıklığa kavuşturacak gibi durmuyor. Zira bu görüşmede İdlib öncelik alacaktır. Öte yandan ABD’nin çekilmesi ve çekilecekse bunun takvimi netleşmediği için Fırat’ın doğusuna ilişkin Rusya’nın olası tepkisi şimdilik gündeme gelmeyebilir. Bu tepkinin verilmesi bilerek ertelenebilir. Yine de bir imaya tanıklık edebiliriz. Tabii haberimiz olursa...
Trump’ın çok net olmayan tercihlerinin arka planında İran’a karşı Türkiye’yi kullanma arayışı olduğunu ileri sürmek yanlış olmaz.
Bütün bunlar öyle veya böyle yönetilebilecek hususlar. Ancak yönetilemeyecek bir konu var: Suriye’nin toprak bütünlüğüne sıkça vurgu yapılması yanında atılan kimi adımların, kontrolü altındaki bölgelerin Türkiye’ye eklemlenme niyeti...
Zihinsel arka planda bir “B” planının varlığı ikircikli tutumları besliyor. Çözümü zorlaştırıyor. Bu tercih, zikzaklı bir gidişata yol açıyor. Esas tehlikeyi göz ardı ediyor. ABD ile Türkiye’yi paralel kılıyor.
Tam da bu ortamda “güvenli bölge” kavramı ortaya atıldı. Sahibi kimdir? Çerçevesi nedir? ABD ile bu konuda bir uzlaşmaya varılmış mıdır? Hiçbiri belli değil. Üstelik sorunlu bir kavram... ABD PYD’yi Türkiye’ye karşı korumak istiyor, Türkiye kendisini PYD’nin doğurduğu tehlikeden kurtarmak istiyor. O halde neyin ve nerenin güvenliği? Kim ne derse desin, güvenli bölge yeni bir Kuzey Irak zokasıdır. Bunu daha önce yutmuştuk. Tanıyor olmamız gerekmez mi?
Coğrafi olarak ele alındığında 20 millik bir derinlikten bahsediliyor. Ancak adı geçen alan, bölge halkının yerleşim yerlerinin çoğunluğunu içinde barındırıyor. O alanda teröristler de yaşıyor. Nasıl olacak? Yeni Nusaybinler, Cizreler mi göreceğiz? İşin basitinden kaçılıyor: Suriye Ordusu’nu bölgeye egemen kılmak.

Fırsat penceresi
Güvenli bölge/bölgelerin tek gerekli yanı, sığınmacıların ülkelerine dönmesini kolaylaştıracak bir işlevinin olmasıdır. Bu da ancak Suriye’de anayasal bir düzenin sağlanmasıyla mümkündür. Esas gayret, samimi olarak Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlamaya verilir ise beka tehdidini bertaraf edebilecek uygun rota tutturulmuş olur.
ABD’nin bölgeden uzaklaşması önemli bir fırsat penceresi açabilir. Türkiye’nin çıkarı, Suriye’nin istikrara kavuşturulmasından geçmektedir. Yeni topraklar kazanmaktan değil. Bir kere girilen maceranın maliyeti ortadadır. Yenilerinden uzak durulmalıdır. Suriye’de girişilen yanlışı meşrulaştırmak adına kimilerince dillendirilen “insani dış politika” övgüleri de artık bir kenara bırakılmalıdır. Bu tür yaklaşımların gerçek hayatta karşılığı yoktur. Devlet meselelerinde hiç yoktur.
Mustafa Kemal’in Birinci Dünya Savaşı sürerken günlüğüne düştüğü şu notu aktarırsak belki bir yararı olur: “Bir devlet adamı, kendi insani hislerine tabi olarak devlet meselelerini halledemez, o salahiyete sahip değildir. Memleket, kimsenin malikânesi değildir. Yalnız, biz Türkler memleket ve milletin idaresini elimize aldığımız zaman, kendi şahsi davranışlarımızdaki cömertliği, devlet meselelerinin ecnebilerle hallinde düstur ediniyor, bir çocuk gibi aldanıyoruz.” ( Mustafa Kemal Atatürk, Karlsbad’da Geçen Günlerim, Kopernik, 2018, Yayına hazırlayan: Selma Günaydın, s. 29)
Yeniden ABD ile yola çıkmak! Bu iş, bugüne kadar biraz böyle gitti; artık yeter...  

AHMET YAVUZ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları