Olaylar Ve Görüşler

Sorun ve çözümleriyle Kıbrıs meselesi

22 Haziran 2019 Cumartesi

“İngiliz ve NATO merkezli” düşünce ve yaklaşımlar, o dönemin diplomatlarının ve idarecilerinin, sanıldığının aksine pek de uzak görüşlü olmadıklarını maalesef ortaya koymaktadır.

Adını bir “kına çiçeği” adlı bir çiçekten aldığı söylenen Kıbrıs, Akdeniz’in en büyük adalarından biri olarak bilinmektedir. Anadolu, Ortadoğu, Kuzey Afrika ve Süveyş Kanalı’na hâkim bir noktada bulunması nedeniyle bölgede stratejik bir öneme sahip konumdadır. Ortadoğu petrolünün geçişi, Afrika’ya geçiş eksenine hakim olması, Süveyş Kanalından Hint ve Pasifik Okyanusu’na uzanan deniz yolunun kontrol noktalarından biri olması, Ortadoğu’da petrol merkezli muhtemel bir savaşta depo görevini üstlenebilecek olması ve adaya hâkim olan otoritenin, Ortadoğu devletleri üzerinde de prestij sahibi olabileceği gibi sebeplerle stratejik önemi daha da açıklanabilir. Bu stratejik öneminden dolayı ada “batmayan uçak gemisi” olarak da bilinir. Bu öneminden dolayı sadece bölgesel değil, küresel anlamda da büyük önem taşımaktadır. Yıllar boyu ada dışındaki uygarlıklar tarafından yönetilen Kıbrıs 1571 yılında Osmanlı topraklarına dahil edilmiş ve yaklaşık 300 yıl kontrol altında tutularak, 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında alınan ağır bir yenilgiyle İngiltere’ye kiralanmıştır.
Yapılan anlaşmaya göre savaş bittikten sonra Osmanlı Devleti’ne iade etmesi gerekirken Almanya’nın yanında yer almamız ve savaştan yenik ayrılmamızı fırsat bilerek Kıbrıs’ı ilhak ettiğini açıklamış ve Kıbrıs’ı tamamen almıştır. Birinci Dünya Savaşı sonrası Osmanlı birçok konu ile meşgul olurken Kıbrıs’ı ve önemini gözden kaçırmış ve onunla ilgilenmeyi ihmal etmiştir. Kıbrıs meselesi 1950’lerin ortalarından beri Türk dış politikasının en önemli gündem maddelerinden biri olmuştur. Yapılan ihmaller ve hatalar neticesinde Kıbrıs sorunu, ülkemiz karşısına her dönem ve zaman içerisinde çıkmıştır. Olası bir AB, ve ABD ile yaşadığımız uluslararası meselelerde hep bir tehdit olarak önümüze sürülmüştür. Bu sebepten dolayı ne olursa olsun mutlaka Kıbrıs sorununun çözülmesi gerekmektedir. Bu dönemde yapılan bazı yaklaşım ve strateji hatalarının madde madde sıralamak gerekirse:

Öncelik NATO olunca...
1- İngiliz emperyalizminin İkinci Dünya Savaşı sonrasında çözülmekte olduğu gerçeği, temel kaygıları “NATO müttefikliği” olan Türk diplomatlarınca yeterince algılanamamış, Kıbrıs’ın da kısa sürede bağımsız olacağı düşüncesi fazla akla gelmemiştir. Bu “İngiliz ve NATO merkezli” düşünce ve yaklaşımlar, o dönemin diplomatlarının ve idarecilerinin, sanıldığının aksine pek de uzak görüşlü olmadıklarını maalesef ortaya koymaktadır. Daha sonraları “Kıbrıs anlaşmalarının mimarı, diplomasi dehası, kahraman, şehit” gibi sıfatlarla anılacak olan Fatin Rüştü Zorlu, mesela 1955’te bağımsızlığını kazanmış Asya- Afrika halklarını bir araya getiren Endonezya’nın Bandung kentindeki buluşmaya, Türkiye’yi temsilen katılmış ve Türkiye’yi beklendiği gibi temsil edememiştir. Tamamen Batılıların öncelikleriyle konuşarak bu ülkelerin o dönem için hiçbir sorun yaşamadığı Sovyetler Birliği’ni kötülemeye çalışmıştır. Bu toplantıya “dini lider” sıfatıyla Makarios da katılmış ve “İngiliz emperyalizmine karşı bağımsızlık mücadelesi veren masum bir kişilik” olarak takdir toplamıştır. Çok değil 6 yıl sonra Belgrad buluşmasıyla resmen kurulacak olan Bağlantısızlar Hareketi’nin temelini atacak olan Bandung zirvesinde Makarios’un kazandığı bu prestij daha sonraları Kıbrıslı Rumların çok işine yarayacak, Makarios 1961 Belgrad zirvesine artık bağımsız olmuş Kıbrıs devletinin cumhurbaşkanı olarak katılacak ve bu devleti Bağlantısızlar Hareketi’nin kurucu devletlerinden biri yapacaktır. Dolayısıyla bu devletler topluluğu da Kıbrıs konusunda BM ve öteki uluslararası platformlarda daima Rum tezlerini destekleyeceklerdir.
2- Türk diplomasisi de her zamanki gibi, bu vahim hatayı örtbas etme yolunu seçti, Zorlu’nun idamından sonra onun yaptığı hatanın da unutulacağı sanıldı.
Oysa sömürgecilik altında inleyen halklara karşı yapılan hata sadece Bandung’da yapılmamıştı. Türkiye 1950’lerde Fransız sömürgeciliğine karşı bağımsızlık mücadelesi Kuzey Afrika halklarına karşı da ilgisiz ve hatta Fransa’nın lehine bir tutum takınmıştır. Özellikle Cezayir sorununda bu kendini açıkça belli etmiştir ve kendini zor durumda bırakmak pahasına bu politikayı Türk diplomatları yine “NATO müttefikliği” adına yapmışlardır. Lakin 1966’da De Gaulle Fransası’nın NATO’nun askeri kanadından çekilmesinden sonra bu jestin de bir anlamı kalmamış, o Fransa her vesile ile Rum ve Ermeni tezlerini destekleyen bir devlet olarak günümüze kadar gelmiştir. 1962’de bağımsız olan ve hemen Bağlantısızlar Hareketi’ne katılan Cezayir ile ilişkiler de 1987’de Turgut Özal’ın bu ülkeyi ziyaretine kadar soğuk kalmış, bu devlet uluslararası alanlarda Rum tezlerini savunan bir tutum içinde olmuştur.

‘Fonksiyonel federasyon’
3- Günümüzde bile sürekli vurgu yapılarak sürekli şişirilen 1959 Zürich ve Londra Anlaşmaları, Kıbrıs’ı “fonksiyonel federasyon” dile adlandırılan dünyada eşi benzeri olmayan bir anayasaya mahkûm etmiştir. Bu anlaşmalar tamamen sorunun NATO’yu etkilemeden çözülmesi çabasıydı. Oysa daha sonraları ortaya çıkmıştır ki, Yunan tarafı Kıbrıs mevzu olunca NATO’yu “dikkate bile almayan” bir tutum takınmaktadır. Bu anlaşmaların öngördüğü devlet sistemi uygulanabilir değildi. Makarios çoğunlukta olan Rumları adanın egemeni yapmak istiyor, devletin kurucu ortağı olan Türkleri soyutluyordu. 1960 Anayasası için “laiklik” maddesi bile 1959 anlaşmalarında öngörülmemişti. Türkiye’de laiklik ilkesinin “şampiyonluğunu yapanlar” Kıbrıs’ta bunu hatırlamamışlardı. Bir papazın nasıl olup da Cumhurbaşkanı seçilebildiğini Türkiye’de kimse sorgulamamıştı. Burada da bir örtbas etme çabasını görmemek mümkün değildir. Neticede Aralık 1963 “Kanlı Noel” krizi ile Kıbrıs devleti fiilen çöktüğünde Rumların nasıl bir avantaja sahip olduklarının Türk diplomatları ve siyasetçileri farkında bile değillerdi. Buraya kadar anlatılanlar Kıbrıs’ın bağımsızlığı öncesi yapılan hataları hatırlamaktan ibarettir. Kıbrıs’ın bağımsız olmasından sonraki hatalar ve bundan sonra yapılması gerekenleri ise sonraki yazımızda ele alacağız.  

YAŞAR SERT
Uluslararası ilişkiler ve Siyaset Bilimi Uz. (Öğr. Gör.)



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları