Olaylar Ve Görüşler

Sinmiş aydınlar ve Türkiye

20 Nisan 2019 Cumartesi

Önce, “aydın” kimdir sorusuna yanıt aramak gerek. Hiç kuşkusuz, aydın bilgi dağarcığı zengin ve güvenilir olan kişidir fakat ayrıca nesnel de olmalıdır. Yani kazandığı bilgileri akıl süzgecinden geçirip, duygularından arındırdıktan sonra sentezini yapıp bilgi dağarcığına eklemelidir. Eğer bu bilgiler kulaktan dolma ise, ayrıca kaynağını bulup doğruluğunu kanıtlamalıdır. Hele bu bilgiler bazı kişilerin veya toplumun huzurunu ve geleceğini ilgilendiriyorsa vicdan süzgecinden de geçirilmelidir.
Toplumumuzda “ayaklı kütüphane” denilen bilgi dağarcıkları çok zengin, bilgi alanları geniş bir yelpaze oluşturan bazı kişiler vardır. Her konuda bilgi sahibidirler, her soruya verecek yanıtları olur. Ya da belli bir konuda derin bilgiye sahip varsayılan, uzman kabul edilenler! Genellikle böyle kişilere aydın denilmekte. Oysa çok zaman bu kişiler aydının nesnelliğine sahip değildir; bilgilerini hayata geçirmede, yazmada, yaymada onları sorgulamadan, öğrendiği, duyduğu, okuduğu şekliyle kullanır. Hele o bilgiler yetiştiği çevreye, yaşadığı ortama, özellikle de ideolojisine uygunsa, doğruluğunu yanlışlığını, yararını zararını, iyiliğini kötülüğünü tartmadan, duygularını da işin içine katarak benimser ve yayar. Hatta bazı çıkarlar uğruna, nesnellikten uzak olduğunu, ahlaka ve akla uygun olmadığını bile bile o bilgileri yaymada ısrarcı olur.

Gerçek aydın, sözde aydın
Günümüz Türkiye’sinde ne yazık ki, kişisel ve politik çıkarlar uğruna böyle kişiler itibar görmekte ve sayıları hızla artmakta. Basın ve yayın organlarında kendilerine kolaylıkla yer bulduklarından toplumu etkileme olanakları artmakta ve yanlışları doğru gibi algılatmaktadırlar.
Bu tür sözde aydınlar konu dışında bırakılırsa, gerçek aydınların bir diğer özelliği de şudur: Güvenilir, kanıtlanabilir geniş bilgi birikimini mertçe, cömertçe ve korkmadan yaymak, yazmak, toplumu aydınlatmaktır. Aksi halde el değmediği için raflarda tozlanan, hiç okunmamış kitaplarla dolu zengin bir kütüphaneden farkları olmaz.
12 Ocak 2019 tarihli Cumhuriyet gazetesinde yayımlanan bir söyleşide, değerli müzikolog, edebiyatçı, düşün adamı Ahmet Say şöyle bir saptamada bulunuyor, “Aydınlar Cumhuriyet tarihi boyunca hiç bu kadar sinmemişti” diyor.
Oysa biliyoruz ki, yakın tarihimiz aydın olmanın bedelini canları ile ödeyen nice aydın kişi ile doludur: Abdi İpekçi, Uğur Mumcu, Muammer Aksoy, Gaffar Okkan, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu ve diğerleri. Hepsi baskılara, ölüm tehditlerine karşın halkı aydınlatmak uğruna bildiklerini, yanlış uygulamaları yazmaktan, anlatmaktan vazgeçmemişlerdir. Günümüzde de bu uğurda ömürlerinin en güzel, en verimli yıllarını hapishanelerde geçiren aydınlar olduğu da bilinmekte.
Bu gerçeğe rağmen, bu saptama yine de doğrudur. Çünkü aydınların toplumu aydınlatmak, gerçekleri göstermek için verdikleri uğraşlar bireysel olarak kaldığından toplumdaki etkileri ne yazık ki yeterli olmamakta.

Aydınların sorumluluğu
Cumhuriyet tarihimizde etkili olmuş toplu aydın hareketleri de yaşanmıştır. 28 Nisan 1960 tarihinde yaşanan olay buna somut bir örnektir: O tarihte İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi öğrencileri, dönemin iktidarı tarafından Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde kurulan “Tahkikat Komisyonlarını” protesto etmek için üniversite bahçesinde toplanmış ve etkili konuşmalarla bu komisyonun hukuk dışı olduğunu haykırmışlardı. İktidar ise kolluk kuvvetleri ile, atlı polisleri ile bu topluluğu dağıtma yoluna gitmişti.
Dönemin İstanbul Üniversitesi rektörü Prof. Sıdık Sami ONAR, haklı bir protestoda bulunan öğrencilerini ve üniversite özerkliğini korumak için korkusuzca kolluk kuvvetlerinin karşısında durmuş, darp edilmeyi, tartaklanmayı bile göze almıştı!
Bilindiği gibi bu protesto birkaç saat içinde üniversite dışına ve daha sonra Ankara’ya ve diğer illere yayılmıştı. Dönemin iktidarı bu protestolardaki isteklere kulak verip, özeleştiri yapmak yerine sert önlemlerle onları bastırmak yolunu seçti. Bunun sonucu olarak da, ne yazık ki, 27 Mayıs askeri darbesi gerçekleşti.
Oysa Günümüzde , iktidarın parlamentodaki sayısal üstünlüğü nedeni ile nice hukuk dışı yasa ve karar çıkarılıp uygulanmasına karşın üniversiteler ve diğer kurumlar sessiz kalmakta. Çünkü gençlik ve akademisyen profili değişti. Artık ne iktidarın haksız uygulamalarına karşı seslerini yükselten üniversite gençliği ve onları koruyan, kollayan hocaları var, ne de ülke politikasındaki yanlışlara, haksızlıklara karşı çıkan gözü pek 68 kuşağının gençleri!

AKP’li yıllar
Bu değişimin nedeni ise çok açık:
AKP iktidara geldiğinde ilkokulda olan çocuklar artık hayatın içindeler. Okula henüz başlamış veya birkaç yıl sonra başlayanlar ise şu anda üniversite ve diğer yüksek okul sıralarını doldurmakta. Yani, günümüzün genç kuşağı AKP iktidarının yarattığı, kendi politikalarına uygun bir eğitim sistemi ile eğitildi. Bilindiği gibi bu sistem çağdaş eğitimi dışlayan, din ağırlıklı bir sistem olup, bilimsellikten uzak, inanca dayalı bir yapıya sahip kişiler yetiştirmeye yöneliktir. İktidar sadece eğitimle değil, yazılı ve görsel medya aracı ile toplumun diğer kesimlerine de politikasını benimsetmeye çalıştı ve çalışmakta.
Bu koşullar altında, inancından ve duygularından arınıp, olayları gerçekçi bir şekilde gözleyip yorumlamak yerine, kendilerine belletilenlerin doğruluğunu kayıtsız şartsız kabul eden kişilerden oluşan bir toplum oluştu. Kısaca gerçek anlamda aydın kişi sayısının çok az olduğu bir toplum!
Belediye başkan adayının seçmeninden ahrette sorgudan muaf tutulacağı söylemi ile oy istediği ve söylemin yadırganmadığı bir toplumda, az sayıda aydının toplumu aydınlatma görevini yerine getirmesi doğal olarak çok zor!

Fatma ESİN / Emekli Öğretim Üyesi  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları