Olaylar Ve Görüşler

Kuşkulu ‘beka’ sorunu üzerine

06 Mart 2019 Çarşamba

Eğer hâlâ bir beka tehdidinden söz edilebiliyorsa bunun en temel sebebi, kendisinin Suriye’de atılması gereken adımları atmamasındandır. Seçim sürecinde dillendirdiğiniz beka sorunu, ülkeye mi yoksa iktidarın varlığına mı ilişkindir?

Bir süredir gündemimizi “beka” kavramı meşgul ediyor. Konuya temas edenler de ağırlıklı olarak ya iktidar perspektifinden ya da karşıtlığı üzerinden meseleye yaklaşıyor.
Beka kavramına ilişkin yazı kaleme almayı tasarlamışken, HBT’de (Sayı 153, 1 Mart 2019) Tınaz Titiz’in “Kuşkusuzluk bir hastalık mıdır?” başlıklı çok anlamlı yazısını okudum.
Yazıda, avcı-toplayıcı atalarımızdan itibaren kuşkunun nasıl doğduğu ele alınmış. Alıntıladığım şu ifade konunun önemini açıklıyor: “Diğer bütün yetenekleri üstün olabilen çok sayıda insan (ve canlı) sadece kuşkusuzluk nedeniyle silinip yok olmuşlar, yalnızca kuşku duyabilenler kalmıştır.”
Toplumlarda zamanla ortaya çıkan refah, insanların çoğunda kuşkuculuğu zayıflatmış, küçük bir azınlık ise bu özelliğini korumuştur. İşte bu azınlık, halen insanlığın ulaştığı refah seviyenin yaratıcısıdır. Mucitler onlardan çıkıyor.
Aynı şey sosyal alanda da geçerlidir. Kuşkucuların ağırlıklı olduğu toplumlar egemenliklerini doğru kullanmasını bilmişler ve beka tehditlerine karşı daha az duyarlı bir yapıya kavuşmuşlar.
Diğerleri için ise tersi...
Beka, var olma ve ayakta kalmaya ilişkin bir kavramdır. Olumsuz dönüşümler de zamanla beka sorunu doğurur: Aklın ve bilimin rehberliğini kaybetmek, ittifaklar içinde bağımsızlığını kaybetmek, laiklikten uzaklaşmak vb..

Beka, refah ve özgürlükler
Kişinin en öncelikli kaygı alanıdır. Kişilerin ötesinde şirketler, kurumlar, devletler bu kaygıyı duyarlar. Hatta ülkeler için en önemli endişe kaynağıdır. Ülkeler, milli güvenlik siyaset belgelerini hazırlarken beka, refah ve özgürlükler üçlüsünü merkeze koyarlar.
Tarihsel derinlik içinde ele alındığında, bekaya en çok imparatorluklar tanık olmuştur. Roma, Bizans, Osmanlı, Avusturya-Macaristan imparatorlukları, Rus Çarlığı bekalarını yitirmişler; Birinci Dünya Savaşı sonrası kurulan Güneybatı Kafkas Geçici Hükümeti/Kars Demokratik Cumhuriyeti ya da İkinci Dünya Savaşı sonrasında kurulan Mahabad Kürt Cumhuriyeti koşullar değişince ortadan kalkmışlardır.
Yıldırım Bayezid’in Timur ile 1402’de yaptığı Ankara Savaşı’nda yenilmesi Osmanlı Devleti için beka sorunu yaratmıştır. Yine 1826’da II. Mahmud tarafından Yeniçeri Ocağı’nın ortadan kaldırılmasının ardından yaşanan 1827’de Navarin Deniz Muharebeleri, 1828-1829 Osmanlı-Rus Harbi, Sırbistan’ın özerkliği ve 1832’de Yunanistan’ın bağımsızlığını doğurmuştur. Nihayetinde İngiltere ile 1838’de yapılan Balta Limanı Antlaşması beka sorununun yaratıcıları arasındadır ve yapılan bütün reformlara rağmen 80 yıl sonra devlet çökmüştür.
Genç Cumhuriyet ise çeşitli isyanlar karşısında ve II. Dünya Harbi esnasında/sonrasında çeşitli tehditlere maruz kalmış; 1980 öncesinde, 90’lı yılların ilk yarısında ve nihayet 2016’da tanık olduğumuz hainlik ile beka kaygısını hissetmiştir.
Refah ile beka arasında kuvvetli bir bağ vardır. Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş nedenleri arasında birçok etmen sıralanır. Kimi tarihçilere göre bunlar arasında en önemlisi İpek ve Baharat yollarının kontrolünü kaybetmesidir. Ya da bu yollardaki rota değişikliklerinin refah üzerindeki etkileri diyelim...
Günümüzde daha yoğun olmak üzere, beka ile özgürlükler yani demokratik hayatın muhafazası arasındaki ilişkinin önemi de tartışmasızdır. Bunu hukuk devletinin hâkimiyetiyle ifade etmek de mümkündür. Her ne kadar emperyalizmin hedef ülkeleri kendine göre şekillendirme arayışının baskın bir rolü olsa da ülkeler içinde yaşanan huzursuzluklar, yaşandıkları yerde beka sorunu doğurmaktadır. Günümüzde Ortadoğu’da yaşanan çatışmalarda bunun izlerini görmekteyiz.

Açılım, FETÖ, Suriye
Ülkemiz, tarihsel süreç içinde çok çeşitli güvenlik tehlikeleriyle karşı karşıya kalsa da bunların tamamıyla başa çıkmasını bilmiştir. Bu başa çıkmada hem devlet adamlarının -her ne kadar bir kısmını kendileri yaratsa da- hem de halkın feraseti önemli rol oynamıştır.
Günümüzde iktidar sahiplerinin ileri sürdüğü gibi bir beka sorunu var mıdır? Yoksa potansiyel bir tehdit abartılmakta mıdır? Daha da ötesi, halkın 31 Mart seçimlerinde oyunu alabilmek için kullanılan bir vasıta mıdır? Geriye dönüp baktığımızda üç önemli gelişmenin ülkenin güvenliğine damga vurduğunu görürüz: Açılım, FETÖ, Suriye...
Bu üçünün bileşiminden kaynaklı bir beka sorununun oluştuğunu ileri sürmek yanlış olmaz. Bu üç sorundan ilk ikisinin büyütücüsü, sonuncunun ise yaratıcısı mevcut siyasi iktidar olmuştur. İktidar, 2015’te “açılım”dan cayarak, 2016’da FETÖ’nün tamamen açığa çıkması ve Suriye’de ise Kürt kantonlarının birleştirilmesiyle ortaya çıkan durumun vahametine ayıkarak, hem Fırat Kalkanı hem de Zeytindalı harekâtına karar vermek suretiyle oluşturulmak istenen koridoru kesintiye uğratarak; söz konusu beka tehdidini çekirdek haline döndürmüştür.
Eğer hâlâ bir beka tehdidinden söz edilebiliyorsa bunun en temel sebebi, kendisinin Suriye’de atılması gereken adımları atmamasındandır. Fırat’ın doğusunda Suriye devletinin egemenliğini sağlamak, çekirdek halindeki beka tehdidini daha da küçültmenin ve kolay yönetilebilir kılmanın en etkili yoludur. Eğer bu adım atılmıyor ve buna rağmen her gün birkaç defa beka tehdidine vurgu yapılıyorsa başka bir soruyu sorma hakkımız vardır: Seçim sürecinde dillendirdiğiniz beka sorunu ülkeye mi yoksa iktidarın varlığına mı ilişkindir?
Kuşku duymamak beka sorunu yaratır... Eğer bizim bilmediğimiz bu ölçekte bir tehdit varsa, halkı cepheleştirmek yerine birleştirmek, hukuk devletini zayıflatmak yerine kuvvetlendirmek gerekmez mi? Üstelik Doğu Akdeniz’de daha büyük bir cepheyle karşı karşıya kalmışsak ve hatta iyice yalnızlaşmışsak...
Kuşku aklın yarısıdır...

AHMET YAVUZ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları