Olaylar Ve Görüşler

Kadınlara mahsus

15 Temmuz 2019 Pazartesi

Karma üniversitelerde nitelikli sayısız aydın, meslek erbabı, dünyaca kabul görmüş kadın sanatçılar yetiştiren Türkiye’nin uzak Asya’dan bu konuda öğreneceği bir şey yoktur.

Tektanrılı dinlerin cinsel ahlak anlayışı, yerleşik uygarlığın başlangıcından beri şanssız konumda olan kadınları toplumsal ilişkiler açısından büsbütün kendi içine kapalı bir hayata itmiştir. Kadın bedeninin kısıtlanması temeline dayanan bu hayat gerçekten de, kadınlara mahsus bir alt kültürün oluşmasına yol açar. Kadınların dünyası tarihsel olarak her coğrafyada erkeklerinkinden görünmez duvarlarla ayrılmıştır. Ancak Müslüman kültürler kadar ayrılığı vurgulayan, görünmez duvarları harem duvarlarıyla maddeleştiren var mıdır? Onunla da yetinmeyip kadın bedenini de görünmez kılan?

Bireysel gereksinim
Hiçbir uygarlık, hiçbir kültür kusursuz olmadığı gibi tamamen yetersiz de değildir; her zaman çelişkili etkiler söz konusudur. Bunun örneğini kendi ülkemizde, kendi tarihimizde de görürüz. Anadolu Müslümanlığında, yöre yöre, uzak göçebe geçmişin cinsiyetler arası göreli eşitliği yankılanır.
İnsanlığın, köleci erken uygarlıkların etkilerinden silkinip, insanın tekinin değer taşıdığı, beden dokunulmazlığını esas alan bir uygarlık anlayışına yükselmesi , kadınların -evet, kimi erkeklerin de desteğiyle- kadınlık hapishanelerinin duvarlarını yıkmalarının tarihi olarak da okunabilir.
Kadınlık alt kültürü illa da kötü bir şey anlamına gelmez. Oyalar, yemeniler, halılar; mâniler, ninniler de bu alt kültürün ürünleridir; değerlidir. Ancak ne sanatı sürgit oya ile sınırlayabilirsiniz; ne hayatı harem selamlık düzeninde tutabilirsiniz. Kadınların erkek baskısından özgürleşip kendi kişiliklerini bulabilmeleri için kimi kez salt kadınlardan oluşan grupların desteğine ihtiyaç duydukları da bir gerçekliktir. Ancak burada karar verici olan bir takım siyasal/toplumsal yetkeler değil, bireylerin gereksinimleridir.
Kadınların bir altinsan türü değil de tüm bir insan olduğu anlayışının hayata geçirilme çabaları, örneğin kadınların yüksek eğitim alabilmeleri elbette öncelikle kadın topluluklarının sınırları içinde başlamıştır. Başka türlüsü yerleşik ahlakı şoke ederdi! Girişim başlarken boğulurdu. “Üniversite’’ kavramının vücut bulduğu kadim ve bilge kentlerde dahi, 20. yüzyılın ilk çeyreğinde kız ve erkek öğrenciler ayrı binalarda eğitim görüyorlardı. (Örnekse İngiltere’nin ve dünyanın en eski üniversitelerinden olan Oxford ve Cambridge’de).
Sonra ne oldu? Tarihin akışı, endüstri devriminin yaygınlaşması, iletişimdeki atılımlar, savaşlar, toplumsal gelişmeler kadar toplumsal ve doğal felaketlerin acil gereksinimleri de kadınları korunaklı hapishanelerinden çekip fokurdayan hayatın içine attı. Kadın-erkek ilişkilerini artık hiçbir güç sadece gelenekçi kurallarla düzenleyemez. Sevgi ihtiyacının, bireysel iletişim ihtiyacının farkına varıp ihtiyacına sahip çıkmak isteyen kadınları ve erkekleri, dedelerimizin ninelerimizin çağında olduğu gibi sadece saygı bağı ile bir arada tutamazsınız.
Birbirlerinden tamamen farklı usullerle büyütülüp, birbirlerinden ayrı tutularak sözüm ona eğitilen kız ve erkek çocukların, ergen gençlerin ya da genç yetişkinlerin hayatın içinde birbirleriyle gerek cinsel, gerek toplumsal, gerek mesleksel alanlarda doyurucu iletişimler kurabileceklerini düşünmek hayalcilik olur.

Unutmayalım yeter
Kültürleri örnek alırken onların çelişkili yapılarını göz ardı edersek yanılabiliriz. Bir alanda büyük değerler yetiştirmiş bir ülke başka alanlarda kötü örnek olabilir. Örneğin Japonya... Kimi alanlarda harikalar yaratmış saygın bir ülkedir. Derin tarihsel acılar çekmiş ve komşularına da çok acılar çektirmiştir. Ölüme ve onura dayanan kadim bir kültürü vardır. Japon bireyin görev ciddiyeti ve hayatından bile değerli tuttuğu yüksek onuru bugünün Türkiyesi’ndeki pek çok bireye kanımca örnek olmalıdır. Ancak Japonya’nın, tarihsel ve kültürel olarak insan hakları ve kadın hakları alanlarında herhangi bir iddiası yoktur. Köleci kadim uygarlığının dirençli sürgünleri günümüze kadar Japon hayatının her alanına uzanmaktadır. Günümüz Japon kadınının uğradığı haksızlıklara dair raflar dolusu literatür vardır.
Uzak tarihsel köklerinde göreli cinsiyet eşitliği bulunan, 19. yüzyıldan bu yana kadın meselesine kafa yormuş kadın ve erkek aydınlar yetiştirmiş ve Kemalist devrimi yaşamış Türkiye’nin, karma üniversitelerde nitelikli sayısız aydın kadın, meslek erbabı kadın, dünyada kabul görmüş kadın sanatçılar yetiştirmiş u252 ülkemizin, uzak Asya’dan bu konuda öğreneceği bir şey yoktur. Bildiklerini unutmasın yeter, insanın insana duyacağı saygıyı öğrenme yolunda adımlar atsın, yeter.

ERENDİZ ATASÜ 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları