Olaylar Ve Görüşler

Hukuk, ceza ve caydırıcılık konusu - Kazım Özok

17 Ekim 2024 Perşembe

Küçük Narin’in Diyarbakır’da hunharca katledilmesinden sonra “ölüm cezası” tartışmaları yeniden gündeme geldi. Önceden, Türk Ceza Kanunu’nda ölüm cezası idam olarak uygulanıyordu. Askeri Ceza Kanunu’nda ise bu cezaya mahkûm olan asker kişiler kurşuna diziliyordu. Ölüm cezası, AB (Avrupa Birliği) yasaları ve evrensel normlara uygunluk düzleminde 03.08.2002 tarihinde 5218 sayılı yasayla mevzuattan çıkarıldı.

Narin örneğinde olduğu gibi, hunharca işlenen cinayetlerde yüreklerin, ancak ölüm cezası ile soğuyacağı, hem yakınlarının ve hem de toplumun böylece tatmin olabileceği akla gelebilir. Ne var ki idam cezası ile en adi cinayeti işleyen bir kişi, bu eyleminin karşılığı olarak sadece birkaç saniye çektiği çok şiddetli bir fiziki acıyla yaşamını yitiriyor. 

GERİ ALINAMAZ

Oysa; idam cezası yerine ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasının uygulandığı ülkemizde, iyi ve etkili bir infaz sistemi olsa, bu kişi ancak 30 yıl sonra koşulla salıverilecek ve hapisliğinin bir bölümü de hücrede olacak. İşte, o takdirde o kişi yaptığının bedelini çok ağır ödeyecek. Oysa bugün, en ağır cezaya mahkûm olan kişi, günün birinde nasıl olsa olası bir afla dışarıya çıkarabileceğini düşünüyor ve bu yüzden de ülkemiz maalesef suç cennetine dönüşüyor. 

Ölüm cezasından yana olan müellifler, düşüncelerini “zaruri ceza” nazariyesine dayandırıyorlar. Bunlara göre; en ağır suçu işlemiş olanlara, kanunlardaki en ağır cezanın verilmesinde zaruret vardır. İnsanları bu vahim suçlardan ancak büyük korku önler. Ölüm cezası, “tabiat kanunu” fikri ile de izah olunmuştur. Bu anlayışa göre, “ölüm cezası” ıslahı imkânsız bir suçlunun kati surette cemiyetten atılmasıdır. Görülüyor ki “ölüm cezası”, bir tabiat kanuna dayanaktadır ve bünye kendisine uymayanı atmaktadır. (Prof.Dr. Faruk Erem, Türk Ceza Kanunu Genel Hükümler Cilt: 2) 

Ölüm cezasına karşı olan müellifler çok haklı olarak şu gerekçeleri öne çıkarıyor: Adli hataların geçmişte olması ve gelecekte de olmasının olanaklı olması. Ayrıca  cezanın amacı, gerçekte kişiyi ıslah etmektir ama ölüm cezası ile ıslah edilecek kişi kalmayacağı gibi haksız yere idam edilen kişiyi de artık geri getirmek olanaklı olmayacaktır. Ölüm cezası, artık bir ibret vesilesi değildir. 

UYGULAMA VE BİLİNÇ

Fransa’da bir kasabada, jürinin, haksız yere bir kişinin idamına karar vermesi nedeniyle o kasabada tam yüz yıl boyunca hâkimlerin siyah cüppelerle mahkemeye çıktığı söylenir. Yine, bir dönem İngiltere’de yankesicilik suçuna idam cezası uygulanıyormuş ve cezanın infaz törenini seyreden kalabalık arasında da ilginçtir ki en çok yankesicilik suçu işleniyormuş. Bu iki örnek çok düşündürücü değil midir? 

Siyasi suçlar nedeniyle verilen idam cezalarında yıllar sonra bu kararların yanlışlığı anlaşılıyor. Çünkü bilinmektedir ki siyasi suçların yargılamalarında siyasi saikler öne çıkmaktadır. Günümüzde, Deniz Gezmiş ve iki arkadaşıyla, Adnan Menderes ve iki arkadaşının idamlarını onaylayan ve böyle bir uygulamayı hukukça  haklı gören kaç kişi vardır? Gerçekte, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının eylemleri mülga Türk Ceza Kanunu’nun  146 değil 168. maddesine uyan eylemlerdi ve bunun da cezası 15 yıl hapis idi. Nitekim Askeri Yargıtay Başkanı Tuğgeneral Kemal Gökçe ve Hâkim Albay Nahit Saçlıoğlu bu gerekçeyle Ankara 1 No’lu Sıkıyönetim Komutanlığı Askeri Mahkemesi’nin 9 Ekim 1971 tarih ve 1971/13 esas sayılı kararının onanmasına karşı oy kullanmışlardı. Elbette, Adnan Menderes ve arkadaşlarının da hukuka aykırı eylemleri vardı ama hiçbirisi idam cezasını gerektirecek ağırlıkta değildi. Ayrıca, Yassıada yargılamalarının hukuki niteliği de her zaman tartışmaya açıktır.  

Öte yandan Çin’de, İran’da ve Rusya’daki bazı uygulamalara bakıp bu cezayı yeniden mevzuat sokma çabaları Türkiye’nin Avrupa Birliği sevdasından temelli vazgeçmek olacaktır. Yapılacak şey; suç işleyen kişide, o suçun karşılığı olan cezayı sonuna kadar çekeceği biçimindeki bilinci yerleştirmek ve ayrıca, etkili ve ödün verilmez, sıkı ve katı bir infaz sistemini yaşama geçirmek olacaktır. Ünlü İtalyan hukukçusu Beccaria 1776’da şunu söylemiştir: “Bir cezanın caydırıcılığı miktarında değildir. O cezanın mutlaka uygulanacağı konusundaki toplumsal inançtadır.”



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları