Olaylar Ve Görüşler

Duygular ve siyasal rejimler

06 Haziran 2019 Perşembe

Her ne kadar filozoflar “in­san düşünen hayvandır” de­se de günümüzde ve geçmiş za­manlarda insanın aklını kullana­rak, rasyonel bir şekilde düşün­ce ve davranışlarına yön verdiği savı kuşku götürür. Eğer insan aklını kullanabilseydi geçmişten ders almasını bilir; ne savaşlar ne de tamamen kapitalist ekono­minin bir avuç sömürgenin sınıf­sal çıkarı doğrultusunda pek us­taca kullandığı kitlelerin duygu­sal manipülasyonu sonucu özen­dirilen tüketim çılgınlığı ve bu­nun beraberinde getirdiği küre­sel iklim değişikliği gibi yaşadı­ğımız gezegenin sonunu hazır­layan gelişmeler ortaya çıkmaz­dı. İletişim teknolojisinin geliş­mesiyle birlikte kapitalist eko­nominin var olmak ve kârlılığını sürdürmek için gereksinim duy­duğu tüketim toplumu bilinç­li, rasyonel düşünen, gereksini­mi doğrultusunda tüketen birey­ler yerine anlık duygusal gerek­sinimleri doğrultusunda davra­nan bilinçsiz bireylere ihtiyaç duyar. Kapitalist ekonomiler in­san duygularını manipüle ede­rek kârlılık ve verimlilik artışını olanaklı olduğu ölçüde artırmak hedefini güderler. Medya aracı­lığıyla pompalanan propaganda, algı yönetimi, reklamlar bu yol­da atılmış, kapitalist düzene gir­di sağlayacak ekonomik aşama­lardır.

İktidarın faydacılığı
İnsan duygularını sadece kapi­talist ekonomi kendi çıkarı doğ­rultusunda kullanmaz. Siyasal rejim biçimleri de bireyin ve top­lumun duygularını siyasal terci­hi yönünde kullanır. Burada söz konusu olan toplumsal duygu­ların araçsallaştırılmasıdır. Mil­liyetçiliğin siyasal iktidar tara­fından kullanılması duygula­rın araçsallaştırılmasına bir ör­nektir. İnsan davranışını yöne­ten duyguların temelinde gerek­sinimler yatar. Maslow’un ge­reksinimler hiyerarşisinde yer aldığı gibi insan önce fizyolojik gereksinimlerini doyurmak is­ter. Fizyolojik gereksinimlerden ayrı olarak her insan sevilmek, sosyal çevresi tarafından takdir edilmek, beğenilmek ister. Sev­gi duygusunun karşıtı ise nef­ret duygusudur. Nefret duygusu ölüm sevgisinden kaynaklanır. Bu duygu ölüm sevgisine yönel­diğinde “öteki”ni yok etme, orta­dan kaldırma, ruhsal ve beden­sel bütünlüğüne zarar verme is­teğini dışa vuran bir nitelik ka­zanır. En son aşaması ise sözel ya da davranışsal saldırganlıktır.

Siyah-beyaz dünya
Nefret duygusunun tutsa­ğı olan bireyler için dünya si­yah-beyazdır. Böyle bir duygu­nun baskın olduğu toplumlar­da da hoşgörü, farklı yaşam bi­çimlerine ve düşüncelere say­gı, ifade özgürlüğü, yaşam hak­kının kutsanması gibi çağcıl de­ğerler ya baskılanır, ezilir ya da acımasızca ortadan kaldırılır. Eğer bir toplumda nefret duygu­su toplumsal aktörlerin çoğun­da yaygınsa ve bu duygu mukte­dirler tarafından özellikle körük­leniyorsa biraz düşünmek gere­kir. Artık böyle bir toplum or­man kanununun egemen oldu­ğu, güçlünün zayıfı ezdiği des­potik bir yönetim altında demek­tir. Böylece egemenler toplumda nefret duygusunu yaygınlaştıra­rak “böl ve yönet” taktiğini zah­metsizce uygulama fırsatına ka­vuşurlar. Nefretin körüklendiği toplumlar hızla demokrasiden, çoğulculuktan uzaklaşırlar. Ada­let ve hukuk gibi kavramlar hiçe sayılır. Bunun sonucu ise yaban­cılaşma ve kuralsızlıktır. Nefret dili bu bakımdan barışçı olmadı­ğı gibi demokratik ideallerle de bağdaşmaz. Bir toplumda nefret duygusunun egemen kılınması o toplumun kolayca faşist bir siya­sal rejime doğru evrilmesini ko­laylaştırır. Bu bakımdan nefret duygusu kolaylıkla dogmatik dü­şünceye dönüşebilir. Bu tür bi­linçsiz yığınlar faşist rejimlerin ideal yurttaş anlayışı için biçil­miş kaftandır. Oysa üyeleri ara­sında sevgi ve karşılıklı güven duygusunun ağır bastığı top­lumlarda farklılıklara hoşgörüy­le yaklaşmak, herkesin düşünce­sini özgürce ifade etme olanağı, işbirliği, yardımlaşma duygula­rı ağır basar. Bu unsurlar da top­lumun bütünleşmesine giden ge­lişmelerdir.
Nefret, faşizmin ruhu ise sev­gi demokrasinin ruhudur. İs­tanbul belediye seçimi bu açı­dan da önemlidir. İstanbullula­rın tercihleri bir belediye baş­kanı seçiminin çok ötesinde olacaktır. Sayın İmamoğlu’nun kişiliğinde oluşan sevgi halesi, nefret duygusunu egemen kıl­mak isteyenlere de atılmış güç­lü bir tokat olacaktır.

DOÇ. DR. AYŞE ATALAY
E. Öğretim Üyesi



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları