Olaylar Ve Görüşler

Demokrasinin Üç Günü: 14 Mayıs, 6 Mayıs ve 23 Haziran

13 Mayıs 2019 Pazartesi

Yarın 14 Mayıs. Bundan tam 69 yıl önce 1950’de yapılan genel seçimler, denilebilir ki, bu toplumun demokratikleşme tarihinin uzak ara en önemli aşamasıdır. Ulusun binlerce yıllık tarihinde ilk kez iktidar gücünün halkın oylarıyla el değiştirdiği gündür.
14 Mayıs, egemenliğin kaynağının gökten yere indirilmesini gerçekleştiren; ülkenin bağımsızlığını sağlayan ve insanın özgürleşmesinin önünü açan ve öncülüğünü Mustafa Kemal Atatürk ile İsmet İnönü’nün yaptığı Kurtuluş Savaşı ve Cumhuriyetin kuruluşu süreçlerinin, kısaca Cumhuriyet çağdaşlaşmasının en önemli sonuçlarından biridir.
1950 Mayısı’nda esen halkın egemenlik rüzgârı o kadar güçlüdür ki, o tarihe kadar DP Genel Başkanı Celal Bayar cumhurbaşkanı seçildikten sonra teşekkür konuşmasını yapmak üzere TBMM’ye geldiğinde partisinin milletvekilleri, milli iradenin temsilcileri hiç kimsenin önünde ayağa kalkmaz gerekçesiyle ayağa kalkmamıştır. Milletvekili adaylarının yüzde 70 dolayında bir bölümünün parti üst yönetimi değil örgütleri tarafından saptanmasının da bir sonucu olan DP grubunun bu özgün özgürlükçü tutumu, tarihimizde bir ilk ve de ne acıdır ki bir son!
Ancak, aradan geçen 69 yıl gibi uzun bir sürede, özellikle milletvekili adaylarının giderek, neredeyse tamamıyla parti genel başkanları tarafından saptanması; getirilen seçim barajının yüksekliği ve siyasal katılımın aşırı ölçüde daraltılmış olması, seçim sandığını egemenliğin kaynağı olma açısından çok önemli bir konuma çıkarıyor.
Gelinen noktada, yargının tamamıyla iktidara bağımlı kılınması; basın- yayının yüzde 90’ının AKP yandaşı yapılması; düşünce ve ifade özgürlüğünün çok büyük ölçüde yok edilmiş ve sendikal hakların budanmış olması; üniversite özerkliğinden eser kalmaması ve tüm kamu kurumlarının, bütçe yapma hakkı dahil kamu yetkilerinin tek kişide toplanması, yalnız başkanın seçimini değil yerel seçimleri de, hak ve özgürlükler yönünden yaşamsal kılıyor.
Doğrudur; AKP ve ona eklemlenen MHP, özellikle büyük belediyeleri yandaş sermaye için bir büyük rant kapısı ve yakınlarına iş bulma alanı olarak kullanıyor. Ancak, asıl sorun ekonomik çıkarın çok ötesindedir. Başkan ve AKP Genel Başkanı Erdoğan, İstanbul’u kaybetmeyi göze alamazdı; çünkü yine kendi deyimiyle İstanbul’u alan Türkiye’yi alır.
Oysa Erdoğan’a göre Türkiye kendisidir!
Halkın oyunun ya da egemenliğinin hiçe sayılması, 6 Mayıs kararının arkasında bu acı gerçek yatmaktadır.

Özgürlüğün ışığından korkuyor!
İstanbul, AKP’nin de çabalarıyla, ülkeden koparılırcasına büyütülen bir kenttir. Ülkenin, uzak ara, ekonomi, basın-yayın; eğitim, kültür ve sanat merkezi konumundadır; ülke nüfusunun her beş kişisinden birinin yaşadığı, kalanının da devamlı iletişim içinde bulunduğu İstanbul, ayrıca tarihsel ve doğal zenginlikleriyle de dünyanın sayılı kentlerindendir.
31 Mart’ta seçimi kazanan Ekrem İmamoğlu’nun, 23 Haziran’da belediye başkanlığını bir kez daha kazanmasının istenmemesinin gerçek nedeni ekonomik olduğu kadar aslında siyasidir de. AKP-MHP ortaklığının asıl korktuğu, İstanbul’da oluşacak özgürlük ve barış ortamıdır. İstanbul seçiminin yenilenecek olmasıyla, özgürlük ve barış, büyük bir toplumsal özleme dönüşüyor. AKPMHP ikilisi, özgürlük ve barış süreçlerini tamamlayacak doğruluk, dürüstlük ve erdem gibi ahlak değerlerinin güçlenmesi ve bu değerlerin tüm Türkiye’yi etkisi altına almasından, bunun, dünyanın özgürlükçü kamuoyundaki yansımalarından, kısaca, gerçekleşme yoluna girecek demokrasinin aydınlığından korkuyor. İmamoğlu olayı, yaşandığı birkaç aylık zaman diliminde, yalnız İstanbul’da değil, tüm ülkede ve giderek ülke dışında hak ve özgürlük isteyenlerin uyanışını tetiklemiş bulunuyor. Dahası, bu çerçevede, 6 Mayıs kararından sonra, adı kamuoyu tarafından iyi bilinen ve bir türlü içeriği açıklanmayan davaya hizmet etmiş kimi AKP’lilerin ve AKP yandaşı köşe yazarlarının; yine bugüne dek ikircikli davranan kimi sanatçıların ve önde gelen sermaye çevrelerinin ve geçmişte iktidarla işbirliği yapmış bazı hukukçuların açıkça İmamoğlu’nun yanında yer almaları, bu toplumsal uyanışın işaretleri özelliğini taşıyor.
Ek olarak, aynı YSK’nin Doğu ve Güneydoğu’da altı ilçe ve iki beldenin belediye başkanı seçimlerini halkın iradesini hiçe sayarak iptal ettiği ve mazbataları, seçimleri ikinci sırada tamamlayan AKP adayına verdiği de hiç unutulmamalıdır. Hele MHP ile bütünleşen AKP’nin, asla, yeniden bir barış açılımı yapamayacağı gerçeği karşısında, Kürt kökenli İstanbul seçmeni de yeni bir AKP oyununa gelmemelidir. Bugün, kişiye bağlı siyasal yapılanmalardan, demokrasinin, özgürlük ve barış temelinde yeniden filizlendiği bir döneme gidişin yolunu açma zamanıdır. Bu nedenle, 23 Haziran’da İstanbul halkı, bu ülkede demokrasi ışığını yeniden canlandırmak için görevini yapmalıdır. Bu, asırlardır hep alan İstanbul’un bu topluma ödemesi gereken tarihsel bir borçtur.
İstanbul’un kazanılmasıyla, İzmir’den Tunceli’ye, Adana’dan Ankara’ya, Artvin’den Trakya’ya uzanan özgürlükçü yerel yönetimler, demokratikleşmenin altyapısını kalıcı ve güçlü bir biçimde oluşturacaktır.

Prof. Dr. Yakup KEPENEK
ODTÜ Ekonomi Bölümü (E) 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları