Olaylar Ve Görüşler

Aydın olmak ne demektir?

21 Haziran 2019 Cuma

Tuncer Cücenoğlu, Hayati Asılyazıcı, Alev Coşkun, Ayşe Emel Mesci ile görülen İlhan
Selçuk, gazeteci, yazar ve sanatçılarla bir araya gelerek sohbet etmeyi seviyordu.

 

Aydın olmak ne demektir? Devrimci ve demokrat olmak demektir; ilerici olmak, çağdaş olmak demektir. Dünyamızın bütün katı ve kötü gerçeklerini öğrenmek; onları küçümsemeden, azımsamadan, gizlemeye çalışmadan ortaya koymak; sonra her çeşit çıkarcı rüzgâra, baskı fırtınasına karşı, binlerce yıllık geleneklere, yüzlerce yıllık göreneklere karşı, insanı ezen bilgisizliğe, soysuzlaştıran para gücüne karşı... Ve umutsuzluğa karşı... Ve yazgıcılığa karşı... Bu olumsuz koşullarda bile boyun eğmeyi yadsıyarak özgürlükleri savunmak demektir.”
İki yıl önce yitirdiğimiz değerli sanatçı Lütfi Özkök’ün 2003’te basılan “Portreler” kitabında, kendisine ayrılan bölüme bu kısa yazıyla katılmış İlhan Selçuk, tarihe not düşmüş aslında... Özkök’ün portre fotoğraflarıyla ölümsüzleştirdiği yazarların arasında durmuş, kendinden geleceğe kalmasını istediği “portreyi” bu satırlarıyla çizmiş.

Geleceğe mesaj
Geleceğe bir mesaj niteliği de taşıyan bu satırlarda, İlhan Selçuk’un zihnini kurcalayan temel sorunun aydın meselesinde düğümlenmesi, üzerinde durulması gereken bir veri. Çünkü 12 Eylül’den bu yana, özellikle de son dönemde Türkiye’nin “aydın manzaraları” kabul etmek gerekir ki genelinde pek de parlak olmadı. “Çıkarcı rüzgârlar”, “baskı fırtınaları”, “soysuzlaştırıcı para gücü”, “olumsuz koşullarda bile boyun eğmeyi yadsıyarak özgürlükleri savunmak” çizgisini paramparça etti. “Tehlikenin farkında mısınız?” demek, oyun bozanlık, pişmiş aşa su katan abartılı “laikçilik” sayıldı. Ama İlhan Selçuk’un hayatını kaybettiği 2010 yılından bu yana yaşanan süreç “tehlike” konusundaki farkındalıkların da sınavı oldu bir bakıma. Nâzım Hikmet’in “Kuvayi Milliye Destanı”nda söylediği gibi: Ak koyunla kara koyunun / geçitte belli olduğu günlerdi o günler.
İlhan Ağabey’i 21 Haziran 2010’da ölüme götüren süreç, 21 Mart 2008 günü, sabah 04.30’da gözaltına alınmasıyla başladı. Serbest bırakıldıktan sonra oturmuş konuşuyorduk. Gözaltında uykusuz vaziyette iskemlede bekletilirken kalp krizinin gelişini nasıl hissettiğini anlatmıştı. Sancı gelip yerleştikten sonra başında bekleyen polisten bir bardak su istemiş, o su getirmek için çıkınca da gömlek cebindeki küçük ilaç kutusundan dil altı hapını fark ettirmeden almış. “Senin aldığın o kutu beni kurtardı” demişti her zamanki nezaketiyle. Ama asıl konu kurtulması değil, o kasıtlı gözaltı süreciyle 83 yaşındaki İlhan Selçuk’un kalp krizi geçirmesine neden olunmasıydı. Bunu hiç unutmamak gerek.

Sohbetler
Çok özlüyorum İlhan Ağabey ile birlikte yapılan sohbetleri. O da severdi, gazeteciler, yazarlar, sanatçılardan oluşan gruplarla kurulan akşam sofralarını... Sanatı ve sanatçıyı çok önemserdi zaten; masasında oturan sanatçıya değerli olduğunu mutlaka hissettirirdi. Oyunlar, yazarlar hakkında konuşmaktan, sorular sormaktan, sanatsal yaratıcılık sürecini irdelemekten keyif alırdı.
Buradaki resimde de öyle bir sofranın başlangıç aşamasındayız: Tuncer Cücenoğlu, Hayati Asılyazıcı, İlhan Selçuk, Alev Coşkun...
Gerçi İlhan Ağabey gazetede kendi resminin yayımlanmasından hiç hoşlanmaz, hatta buna pek izin de vermezdi: “Çocuklar ben sanatçı mıyım, film yıldızı mıyım ki fotoğrafımı basmak istiyorsunuz?” deyip tatlı tatlı gülümser, sonra da fotoğrafı çıkarttırırdı.
Gerçekliğin yerini görünürlüğün aldığı bir dünyada hep gerçekliği, sahiciliği seçti; görünür olmaya, görünürlüğünü artırmaya uğraşanlardan olmadı hiçbir zaman.
“Aydın olmak ne demektir?” sorusuna, sadece Özkök’ün “Portreler”indeki satırlarla değil, bütün yaşamı ve tercihleriyle dolu dolu bir yanıttı İlhan Ağabey...

AYŞE EMEL MESCİ



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları