Olaylar Ve Görüşler

ABD’de tekelci sermaye-ordu yönetimi

08 Mayıs 2019 Çarşamba

Washington’ın güneyindeki, Venezüella dahil, 22 Latin Amerikan ülkesine müdahaleleri 1823 Monroe Kuramı’na, hatta daha öncesine giden uzun bir zincirdir. 1953’te İran’da yasal iktidarı devirmekle Ortadoğu’ya da uygulama başlamıştır. Bizdeki darbelerin arkasında da o var. ABD Irak’a, Afganistan’a ve Suriye’ye de girdi. Toplam müdahaleleri en az 43 ülkeyi kapsar. Bunlar uluslararası hukukun göz göre göre çiğnenmesidir. İran’da yurtsever Musaddık’ı, Guatemala’da Arbenz’i, Şili’de Allende’yi devirmiştir. Halk düşmanı kuklaları Küba’da Batista, Filipinler’de hırsız Marcus, Şili’de acımasız Pinochet, İran’da çürümüş Şah’dı. Venezüella’da da ayrıca zengin petrol var.
Amerika’daki gerçek egemen güç ne sık yalpalayan Başkan Trump, ne de İslâm düşmanlarıdır. Gerçi Trump’ın saçmalıklarından ötürü görevden alınması hep gündemdedir. O ülkede ondokuz kadın bedenlerine şeytan girmiş cadılar diye yakılmışlardı. 1950’lerde de dengesiz McCarthy’nin sözde “komünist avı” benzer biçimde terör estirmişti. Dar görüşlü Kalvinizm Amerikan düşüncesini sık sık tutsak ediyor; ne var ki, Cumhuriyetçi Parti’yi içinden fethettikten başka, öteki partiyi de “Tanrı-Tanımazlık” gözdağıyla susturmuştur.

General Eisenhower’ın itirafı
Ama “Asker-Endüstri karmaşıklığı” ABD’nin ve dünyanın temel sorunudur. Bu gerçeği ilk kez son asker-kökenli Başkan General Eisenhower 1961’deki veda konuşmasında itiraf etmişti. Amerikan örneğinin ayrılmaz parçası budur. Neoliberalizm gibi düşünceler ve bir Hıristiyan mezhebinin üstünlüğü benzeri dar kafalılık temel gerçeğin ancak yardımcılarıdır. Beyaz Saray’a çok sivil geldi geçti, ama sonuç değişmedi. Tekelci sermayeyle silah çevrelerinin bağlaşıklığı azalmadı, arttı. Çağdaş Amerikan askerlik kuramının birinci ilkesi başka hiçbir gücün ABD küresel ve bölgesel üstünlüğüne eşit ya da rakip olmamasıdır. Sonu gelmeyen yayılmacı siyaset dışında başka bir seçeneğin işareti henüz görünmüyor.
Konunun dünyayı ve içindeki tüm insanları ilgilendiren yanı “tekel-Pentagon ikilisi”nin o ülkedeki düzeni değiştirmiş olması ve küresel barışı da tehlikeye atmasıdır. Teknoloji destekli fabrika zincirleri ile karar verici durumdaki üniformalılar kendi aralarında birkaç yoldan uyum sağlıyor, aynı hedefe yan yana ve koşar adım yürüyorlar. Bu birlikteliğin uzun bir geçmişi var. Bu sürede durmadan gelişen bir silahlanma, ona dayalı yaygın donanım, gelişmeye yarayacak teknik araştırmalar, yandaşlara kazançlı ihaleler, çok sayıda üretim, çatışmalara destek, çarpışanlara silah satışı, Beyaz Saray’dakiyle Kongre üyelerinin beyinlerinin yıkanmaları sonucu para ve silah sahiplerinin ortak yararları günümüzün yadsınamaz gerçekleridir.
Sonuçta Amerikan ekonomisi askerileşir ve silah üretimi durmadan yukarı çekilir. Birkaç yıl önce “Türkiye’de asker siyasetin dışına çıksın” diye öğüt yollu buyruk veren ABD genelkurmay sözcüsünün kendi, siyasetin tam göbeğindeydi. Konunun daha tehlikeli bir yanı birkaç Amerikan generalinin bir arada yalnız başlarına saldırı tasarıları yapmalarıdır. Bunlar gizlice ve eşzamanlı olarak, binin üstünde Sovyet ve Doğu Avrupa merkezlerine birden saldırma düşüncesini geliştirmişlerdi. Bunlardan birinin (C. LeMay) Savunma Bakanı McNamara’ya bir belge vermeyi “Sizin ona bakma yetkiniz yok” diyerek reddetmiş olması iktidarda askerin mi, sivilin mi olduğunu göstermelidir. Benzeri olaylar, başka Amerikan kaynaklarına ek olarak, James Carroll’un Pentagon iktidarının tehlikeli biçimde nasıl yükseldiğini anlatan “Savaş Merkezi” adlı kitabında anlatılmıştır. Pentagon’u hükümet, toplum ve yurttaş sorgulayamıyor.

Silah endüstrisi müşterileri
Tekelci sermayenin ürettiği silahların ilk müşterisi Pentagon’dur. Savaşa tutsaklı ekonomide hangi silahlardan kaç tane alınacağına, ihalelerin kimlere verileceğine üniformalılar karar verirler. Bir önemli gerçek de şu: Sivil savunma bakanlarının tümüne yakınlıkta çoğu tekelci iş dünyasından gelmektedir. 1947’de Forrestal, sonra Johnson, Marshall, Lovett, Wilson, Gates, McNamara, Laird, Richardson, Schlesinger, (yardımcı) Clements, Rockefeller, Cheney ve başkaları demiryolları, havayolları, bankalar ve petrol gibi kuruluşların başındaydılar. “Kârcı” adlı kitap Cheney’nin büyük sermayenin kulu olarak portresini iyi çiziyor.
ABD’nin savaş bütçesi tüm ötekilerin savunma bütçelerinin toplamına ya eşit ya da onu aşar. 1945’te başlayarak yüz ülkede iki bin üssü oldu. Doğu Bloku sona erince çekilmedi, onlara eklemeler yaptı. Yeni sıçrama alanları edindi; ileri karakollarını Ukrayna’ya, PKK uzantıları yoluyla Fırat-Dicle sularına, Çin’e komşu Türki cumhuriyetlere götürdü. Buralara her gün yüzlerce Amerikan savaş uçağı inip kalkıyor. Üslerin petrol ve doğalgaz gibi ekonomik ve kendine dost küçük devletler gibi siyasal hedefleri de var. Dahası, Subic Körfezi yakınında “Amerikan askerleri için dinlenme yeri”nde kiralık kadınların sayısı elli bine yakındı. Okinawa bir askeri sömürge; Küba’da Guantanamo tutsakların işkence yeri. Ama Amerikan emperyalizminin dışına çıkanlara karşı ilk darbe de bu üslerden gelir.
Bu düzen hep böyle mi gidecek? R. Burbach ve J. Tarbell “Emperyal Uzantının Ötesi” adlı kitaplarında önceki imparatorlukların aşırı yayılıp kayalara bindirdikleri görüşündeler. Amerikan yurttaşları da artık ödeyemeyecekleri bir bedelle karşı karşıyalar. A.J. Bacevich de “Gücün Sınırları”nda diyor ki: Ekonomi daha fazla yayılmayı kaldıramaz, imparatorluk yanlısı başkanlık demokrasi değildir, sonu gelmeyen savaşlar siyasal yapıyı yıpratmıştır. Değişiklik ağırlık kazanacak bir seçenektir...
Değişim hasreti Cumhuriyet ve demokrasi inancı olan Türkiye’de 31 Mart’ta da görüldü.

Prof. Dr. TÜRKAYA ATAÖV  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları