Mustafa K. Erdemol

İsrail yedi yıl suskun kalabildi

29 Kasım 2020 Pazar

İran’ın nükleer programının en önemli unsurlarından biri olan Muhsin Fahrizade’nin bir saldırı sonucu ölmesi üzerine kuşkular doğal olarak İsrail’e yöneldi. Yaptıysa eğer -ki kuvvetle muhtemel- bu İsrail’in 2013’ten beri İran nükleer programının yürütücülerine yönelik olarak suikast yapmama kararının artık geçerli olmadığını gösteriyor. İsrail, Barack Obama yönetiminin İran ile müzakereler yürüttüğü sırada yaptığı baskılar sonucu bu kararı almıştı. Artık İsrail’in “devlet terörizmi” 2013 öncesine dönmüş bulunuyor. Gerisi gelecektir. 

Devlet politikası

Gelecektir çünkü İran’a karşı suikast eylemleri İsrail’in (gayri) resmi politikasıdır. Bunu eski İsrail Savunma Bakanı Moşe Ya’alon, birkaç yıl önce açık açık söylemişti: “Şu ya da bu şekilde İran’ın askeri nükleer programı durdurulmalı. Nasıl olursa olsun hareket edeceğiz. Nükleer silahlı bir İran’a tahammül etmeye istekli değiliz”. Eski/yeni yetkilileri böyle konuşsalar bile İsrail elbette Fahrizade suikastını da üstlenmeyecek. Ariel Şaron’un bu tür eylemler için başbakanlığı sırasında söylediği “bazen yaptığımızı açıklayacağız, bazen açıklamayacağız. Her zaman duyurmak zorunda değiliz” sözleri yeterince net. (Haaretz gazetesine verdiği demeç. 6 Nisan 2001). 

Hiçbir uluslararası anlaşma İsrail’i durdurmuyor, durdurmayacak da. İsrail’in devlet tutumu haline getirdiği “resmi bir suikast politikası” var. Tabii İsrail bu deyimden pek hoşlanmıyor; onun yerine “terörle mücadele doktrini” uyarınca “yargısız infaz”, “seçilmiş hedef” ya da “uzun vadeli sıcak takip” terimlerine başvuruyor. Nasıl tanımlarsa tanımlasın, İranlı figürler de dahil olmak üzere, 70’lerden bu yana düzinelerce “hedef” yani insan İsrail güvenlik güçleri tarafından öldürüldü. Büyük/ilk Filistin intifadasından bu yana da en az seksen suikast girişimi oldu İsrail’in. 

Durumu karışık hale getiren bir ayrıntı var: İsrail’in bu suikastlar yoluyla “dilediğini istediği zaman ortadan kaldıran” bir güç olarak görülmesi İran’ın pek hazzetmediği bir hal. O nedenle İranlı nükleer bilim insanlarına yönelik bazı saldırıları İran başka türlü açıklıyor. Örneğin 2007’de bilim adamı Ardeşir Hüseyinpur’un öldürülmesi İranlı yetkililerce “bir ısıtıcının yol açtığı zehirlenme” olarak gösterilmişti. İran’ın ülkenin bilim insanlarına güvenlikte oldukları inancını aşılamaya çalışması elbette anlaşılabilir ama gerçekçi bir yaklaşım değil bu. Batılı kaynaklar Hüseyinpur’un İsrail tarafından radyasyonla zehirlenerek öldürüldüğünü açıklamışlardı. 

Önemli suikastlar

2010 ve 2012 yılları arasında, dört İranlı nükleer bilim insanı öldürüldü:s Mesud Alimuhammedi, Mecid Şehriyari, Daryuş Rızainejad, Mustafa Ahmadi Ruşen. Bunlardan Rızainejad vurularak, Alimuhammedi de bombalı bir motosiklet saldırısında öldüler.  Diğerleri otomobillerine konan manyetik bombalarla. Ya’alon yukarıda söz ettiğim cümlesini de İran İsrail’i suikastların sorumlusu olarak suçladığında sarf etmişti. Resmi olarak üstlenmiyor, ama reddetmiyor da İsrail. Son derece pervasız bir “politika”.

Pervasızlık o kadar göze batırılıyor ki, geçmişte suikastçı olanlar bir süre sonra ülke politikasında önemli yerlere geliyor. Eski Başbakanlardan Ehud Barak da bir suikastçı örneğin. Nisan 1973’te, Barak liderliğindeki Mossad ajanları, kadın kılığına girerek, Beyrut’ta FKÖ lideri Yaser Arafat’ın yardımcısı Yusuf Neccar ile El Fetih Sözcüsü Kemal Nasir’in de aralarında bulunduğu çok sayıda Filistinli direnişçiyi öldürmüştü. Bir başka örnek şu, eski Savunma Bakanı Ya’alon’dur.

Muhalifleri de kullanıyor

İran’daki “operasyonlara” dönersek; İsrail her zaman kendi ajanlarını kullanmıyor bu suikastlar için. İran muhalifleri arasından da suikastçı seçiyor. Alimuhammedi’nin katili, suçunu itiraf eden Macid Cemali Faşi adlı bir İranlı idi örneğin. Şehriyari’nin katili de yine İranlı Araş Kerhadkiş idi. Bir ara ABD’li üst düzey iki yetkili, (daha sonra ABD makamları yalanlasa da) muhalif Halkın Mücahitleri’nin İranlı nükleer bilim adamlarını öldürmek için “İsrail tarafından finanse edildiğini, eğitildiğini ve silahlandırıldığını” açıklamıştı. (Şu linkte ayrıntısı var: Rock Center with Brian Williams (6 December 2014). “Israel teams with terror group to kill Iran’s nuclear scientists, U.S. officials tell NBC News”. NBC News. Archived from the original on 29 November 2014. Retrieved 6 December 2014 )

İran tüm bu cinayetlerde ABD’nin İsrail’e yardım ettiğini iddia ediyor haklı olarak. ABD elbette bu iddiaları kabul etmiyor ama kimi ABD’li siyasi figürler bu suikastları desteklediklerini söylemekten çekinmiyorlar. Örneğin senatör Rick Santorum bu cinayetler için “muhteşem” diyebildi. 

“Ölürlerse İsrail yaşar”

Ronen Bergman’ın hâlâ çok satılan “The Secret History of Israel’s Targeted Assassinations” adlı kitabında İsrail’in bu suikastlardan vazgeçmeyeceği açık açık anlatılır. Kitapta, İsrail iç istihbarat teşkilatı Şin Bet’in bir intihar bombacısının öldürülmesiyle en az 20 İsraillinin yaşamının kurtulduğunu düşündüğü belirtiliyor. İranlı bilim insanlarına yönelik suikastlar da aynı mantığa dayandırılıyor:s “öldürülmeleri İsrail’i yaşatacak”.

Bu hemen hemen her İsrailli yetkilinin inandığı bir ilke. Şimdi, 2013’ten beri “sessiz kalan” İsrail’in yeniden suikast kampanyasına başlamasının nedeni, Joe Biden’ın Trump’ın çekildiği İran ile nükleer anlaşmaya yeniden geri döneceğini düşünmesi. Trump döneminde bu suikastlara daha rahat başvuracakken yapmaması da Trump’ın İran’ı köşeye sıkıştırmış olmasıydı. Biden, elbette İran dostu değil ancak Avrupa’nın hemen her ülkesinin desteklediği anlaşmalardan (Paris İklim Anlaşması dahil) çekilmiş olmanın uzun sürdürülebilecek bir politika olmadığını biliyor. Buna rağmen İran’la yeniden anlaşır mı anlaşmaz mı bilinmez ama bilinen İsrail’in işi şansa bırakmayacağı. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Maymuna ustura verilmez 30 Kasım 2018

Günün Köşe Yazıları