Mustafa Balbay
Mustafa Balbay mustafabalbay35@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Gerilimli Yıllar/ 6

24 Haziran 2009 Çarşamba

Ankara gazeteciliğinin en yoğun yılı hangisidir sorusuna verilebilecek pek çok yıl vardır. Her biri kendi yoğunluğu içinde doğrudur ama, sanırım 2003 yılı birinciliği kolay kolay kaptırmaz.

Nedenlerini sıralayalım:

1. AKP’nin ilk yılı... Gül-Erdoğan’ın başbakanlık değişimi.

2. İktidarın kendi içindeki değişimin Türkiye dengelerine yansıması.

3. ABD’nin Irak operasyonu için Türkiye’nin desteğini almakta gösterdiği ısrar.

4. Kıbrıs’ta AKP iktidarı ile başlayan “hemen çözüm” heyecanının Ankara’daki devlet kurumlarına yansıması...

Şıkları arttırabiliriz ama, ilk dört yeter de artar bile.

Bu bölümde Irak operasyonunun yarattığı gerilimleri işleyeceğiz. O dönem “1 Mart Tezkeresi” adı altında sembolleşti. Ancak öncesi ve sonrası var.

ABD’nin Irak operasyonu için Türkiye’den istediği destek o kadar önemliydi ki, pek çok siyasetçi, diplomat Ecevit hükümetinin düşüşünü bile bu konuya bağladı. Ecevit’in bakışını önceki bölümlerde aktarmıştık.

1 Mart sürecini nereden başlatmak gerekir?

Bana göre Kasım 2002’den!

İki nedenle:

1. AKP’nin iktidara gelişi.

2. Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök’ün ABD’ye gidişi.

AKP’nin daha iktidarın ilk günlerinde çizdiği tablo, ABD’nin istemlerine soğuk bakmadığı yönündeydi.

Erdoğan henüz Başbakanlık koltuğuna oturmadan AKP Genel Başkanı olarak 10 Aralık 2002’de Beyaz Saray’ın konuğu oldu.
 

‘Washington ile AKP anlaştı'

ABD, Ecevit hükümeti döneminde de kimi ön hazırlıklar yapmış, Türkiye üzerinden Irak’a timler göndermişti ama, bir iktidar iradesini yanında görmek istiyordu.

Erdoğan, New York’a gitmeden önce ABD Savunma Bakan Yardımcısı Paul Wolfowitz, aralık ayı başında Ankara’ya gelmiş, altyapıyı büyük ölçüde tamamlamıştı. Wolfowitz 5 Aralık’ta Ankara’dan ayrıldığı gün gazetelerde şu başlık yer alıyordu:

“Washington AKP ile anlaştı.”

Bu iklimde ABD’ye giden Erdoğan Bush’la görüşmesinde Washington katında şu izlenimin öne çıkmasını sağlayan mesajlar verdi:

“Türkiye Irak operasyonunda bizim yanımızda yer alır.”

1 Mart tezkeresine giden yolun birinci şıkkı böyle başlamıştı...
 

Özkök'ün ABD gezisi

İkinci şıkka gelince... Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hilmi Özkök, 30 Ağustos 2002’de bu makama oturduktan 2 ay sonra ABD gezisine çıktı. 4-10 Kasım arasındaki gezi, özellikle ABD açısından önemliydi.

Western Policy Center adlı fikir kuruluşu Orgeneral Özkök’ün ABD gezisi öncesinde şu değerlendirmeyi yayımlamıştı:

• Amerikalıların ve Avrupalıların saygısını kazanmış bir komutan.

• Türk Ordusu’nun Balkanlar’da ve Afganistan’da başarılı görevler yapmasına katkı sağladı.

• Uluslararası forumlarda etkinliğini kanıtlamış bir komutan.

• Genelkurmay Başkanlığı, terorizmle savaş ve Irak’a olası müdahale açısından özellikle önemli.

• Türk Ordusu’nun yeni çehresi kendine daha güvenli, işlevlerini yerine getirmeye daha yetenekli bir hal almıştır.

Orgeneral Özkök, ABD gezisindeki temaslarında şu portreyi çizdi:

“Siyasi iradenin evet diyeceği kararlarda biz de yerimizi alırız.”


Washington’dan yoğun tezkere baskısı

ABD’ye giden Dışişleri Bakanı Yakış başkanlığındaki heyet, Beyaz Saray’da farklı bir tablo ile karşılaştı. 14 Şubat 2003’teki görüşmede Başkan Bush Türkiye’nin istemlerini “at pazarlığı” olarak tanımlayınca, ipler gerildi. Bu görüşmenin içeriğini 2-3 ayrı kanaldan bir hafta içinde aldım. Pek çok gazete konuyu işledi. Ancak kapsamlı haberlerden biri Bana Bülent Dikmener Ödülü’nü kazandıran 25 Şubat 2003’te Cumhuriyet’te çıktı.

2003’e girerken ben de Cumhuriyet’in Ankara Temsilcisi olarak bu gelişmeleri çok yakından izlemeye başladım.

Ecevit hükümeti dönemindeki haber kaynaklarına yenilerini eklemek gerekiyordu. Çünkü gelişmeler hem hızlanmış hem de daha geniş bir yelpazeye yayılmıştı.

Aralık 2002, Ocak 2003’te ABD’nin Türkiye’den nasıl bir destek istediğine ilişkin haberler, kulis bilgileri birbirini kovalıyordu.

Kendimi anlatmak, adımı öne çıkarmak hiç istemediğim bir durumdur. Ancak gelinen noktada bu tür geleneklerimi aşmam gerekiyor. Vurgulamak istediğim şu:

O dönemde pek çok yeni istemi, adımı, pazarlığı ilk haberleştiren gazetecilerin arasındaydım.

3 ana kesimden pek çok haber kaynağı edinmiştim:

Siyaset, askeriye, diplomasi...

Açık yüreklilikle paylaşmam gerekirse bu kaynaklar ben çok iyi bir gazeteci olduğum için oluşmamıştı. Temel etken şuydu:

Cumhuriyet gazetesi.

Gazeteye güven tamdı. Ben de bu güveni zedeleyecek hiçbir adım atmamıştım.

Yine gelinen noktada daha açık paylaşmam gerekirse haber kaynaklarından biri de şuydu:

Gazeteciler... Yani meslektaşlarım...

Bazen şu tür telefonlar alıyordum: “Şöyle bir haber var. Bizim gazetede girmedi. Size gider.”

Belgesi var mı, diye sorduğumda çoğunlukla “evet” yanıtı alırdım.
 

‘Türkiye lojistik üs’

3 Aralık 2002’de ABD’nin istemlerine ilişkin en kapsamlı haber Cumhuriyet’in manşetinde benim imzamla çıktı. Başlık şuydu:

Türkiye lojistik üs!

İçeriğin özeti şuydu:

ABD, bir NATO üyesi olarak Türkiye’nin, Irak için gerekli bütün olanaklarından yararlanmak istiyordu.

Buna karşılık Irak’ın gelecekteki durumu hakkında Türkiye’nin kuşkularını tümüyle giderecek netlik yoktu. İşte bu durum Ankara’da kurumlar arası gerilimi usul usul arttırmaya başladı. Bunların başında dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer geliyordu. Sezer, bu konuda seyrek ve net görüşler ortaya koydu. İlke olarak görüşmelerde vurguladığı görüşlerin yazılmasını istemiyordu. Ben Cumhurbaşkanı’nın bu istemine harfi harfine uydum. Yazmasam, yani Sezer’in ağzından gazeteye aktarmasam bile Köşk’ün ne düşündüğünü bilmek elbette çok önemliydi. Zaman zaman genel havayı aktarmak anlamında Köşk’ün duruşunu “yorum” olarak yazıyordum.

Sezer’le, çoğunu gazetemizin başyazarı İlhan Selçuk’la yaptığımız görüşmeler sonrasında kimi değerlendirmelerini satırbaşlarıyla, deyim yerindeyse ham halde not etmiştim. Ola ki o dönemi ileride yazmak gerekirse tabii ki kendisinden izin alarak kullanılabilir düşüncesindeydim.

Bu notlar birleştirilerek iddianamenin bir parçası haline getirildiği için doğal olarak “off the record” özelliği de ortadan kalktı. Bu açıklamanın ardından Sezer’in değerlendirmelerine değinelim...
 

Sezer: Uluslararası oydamşa şart

Sezer, başından beri ABD’nin tek başına aldığı bir kararla Irak’a girmesini onaylamıyordu. Bunun ABD’nin de hayrına olmayacağını düşünüyordu. Eğer Irak’a, Saddam yönetimine herhangi bir müdahale olacaksa bunun mutlaka “uluslararası oydaşma” ile yapılması gerektiğini düşünüyordu.

Sezer bu görüşünü hiçbir zaman değiştirmedi.

Sezer’in başkanlığında toplanan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantılarından çıkan bildirilerin ruhunda hep bu vardı.

Sezer bu görüşlerini hiçbir boşluk yaratmayacak biçimde hükümete de iletiyordu.

Dönemin Başbakanı Abdullah Gül, Şubat 2003’te daha çok dış dengeler üzerinde duruyordu. Gül, 5 Şubat günü gazetelerin Ankara temsilcileriyle Dışişleri konutunda bir sohbet toplantısı düzenledi.

Gül rahatlamış görünüyordu. Bağdat’a söylenmesi gerekenleri söylemiş, Saddam’ın sözden anlamayacağını görmüştü.

Gül o gün gazetecilere 2 temel mesaj verdi:

1. Savaşın çıkmaması için çaba harcadık ama, bu eşik aşıldı. Artık günah bizden gitti.

2. Türkiye’nin çıkarları ABD’den yana olmayı gerektiriyor.
 

Tezkere Meclis'ten geçti

Hemen ertesi gün 6 Şubat 2003’te de ABD’nin kimi üs ve limanlarda kullanım düzenlemesi yapmasını sağlayacak olan tezkere Meclis’ten geçti. Oylama sonucu, bir sonraki asıl kullanım izninin verilmesini sağlayacak tezkerenin de kolay kabul göreceği umudunu veriyordu: Kabul 308, ret 193.

AKP’lilerin büyük bölümü tezkereye evet demiş, sadece 19’u CHP ile birlikte ret oyu vermiş, 30’u da hacda olduğu için oylamaya katılmamıştı.

ABD, artık Türkiye desteğinin tam olduğuna inanıyor, AKP de bu desteğin önemli maddi manevi karşılığı olacağını düşünüyordu.
 

Bülent Dikmener ödüllü haber

Tezkere sonrasında bu beklentilerle ABD’ye giden Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış başkanlığındaki heyet Beyaz Saray’da farklı bir tablo ile karşılaştı.

14 Şubat 2003’teki görüşmede Başkan Bush Türkiye’nin istemlerini “at pazarlığı” olarak tanımlayınca, ipler gerildi. Bu görüşmenin içeriğini 2-3 ayrı kanaldan bir hafta içinde aldım. Pek çok gazete konuyu işledi. Ancak kapsamlı haberlerden biri 25 Şubat 2003’te Cumhuriyet’te benim imzamla çıktı. Bana Bülent Dikmener Ödülü’nü de getiren haberden sonra Dışişleri Bakanı Yaşar Yakış aradı. İlk sözü şu oldu: “Hayal mahsulü yazmışsın.”
 

Yakış: Sızdıranı bulacağız

Ben haberi 3 kaynaktan ve birbirini doğrular biçimde aldığımı söyledim. Sözlerine şöyle devam etti. “... Biliyorsunuz 10 yıl kadar önce Dışişleri’nde bir kripto olayı olmuştu. Sızdıran kişi görevden atılmıştı... Size bu bilgileri sızdıranı bulacağız... Soruşturma açacağım.”

Yakış, bir yandan haberin “hayal mahsulü” olduğunu söylüyor, bir yandan da o bilgileri sızdıranı bulacağını belirtiyordu.

“Irak Bataklığında Türk Amerikan İlişkileri” kitabımda daha geniş bir bölümünü aktardığım bu diyalog, özellikle o dönemde sık karşılaştığım durumlardan biriydi.

Asıl tezkerenin geliş tarihi, ABD ile yaşanan bu pazarlığın ardından, önce 18 Şubat’tan 25 Şubat’a sonra da 1 Mart’a ertelendi.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Umut ve mücadele! 21 Kasım 2024
Yine yeniden BOP! 20 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları