Mehmet Ali Güller

Bağımsız merkez bankacılığı, Fed’e bağımlılıktır

25 Aralık 2021 Cumartesi

Merkez bankalarının “bağımsızlığı” konusu, 1980’lerde yükselen bir eğilimdir. Bu eğilim, neoliberal sistemin ihtiyacından doğmuştur. Neoliberal sistem Hayek ve Friedman gibi iktisatçıların Keynesçiliğe karşıtlıkları üzerinden şekillenmeye başlayan bir sistemdir. Bir laboratuvar olarak Şili’de, 1973’te yapılan darbeyle ilk kez uygulanmış, ardından 1979’da İngiltere’de Thatcher ve 1981’de ABD’de Reagan iktidarlarıyla uluslararasılaştırılmaya başlanmıştır. 

Özetle neoliberalizm, kapitalist sistem içinde gelişmekte olan ülkeleri merkeze bağlamanın önündeki bütün engelleri kaldırmak, yani yeni sömürgeciliktir. Bunun için gelişmekte olan ülkelerde devletin ekonomi içindeki varlığının ve payının azaltılması, kamu işletmelerinin özelleştirilmesi, finansal sistemin, dış ticaretin ve sermaye hareketlerinin serbestleştirilmesi gerekmektedir. Kritik konu, piyasada alınıp satılan bir meta olan paranın “gümrüksüz” (vergisiz) girip çıkmasına izin verilmesidir. Böylece sermaye birikimi bakımından tarihsel olarak zaten geriden gelen ülkeler, hiçbir zaman kendi sermaye birikimini oluşturamaz.

TÜRKİYE’NİN NEOLİBERALİZM YOLU

Türkiye ilk olarak 24 Ocak 1980 kararıyla, ikinci olarak da 1989’da doların serbestçe alınıp satılmasının yolunun açılmasıyla “dünya ekonomisiyle bütünleşme” programına sokuldu. Ve dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bu sistemin ihtiyacı olarak, Merkez Bankası’nın (MB) bağımsızlığı konusu bir zorunluluk gibi pompalandı. Bunu, “merkez bankalarının siyasetin etkisinden uzak kararlar alabilmesini sağlama ihtiyacı” diye pazarladılar. Aslında temel hedef, gelişmekte olan ülkeleri, mali bakımdan para politikalarının lokomotifi olan Washington-Londra lokomotifinin peşine dizmekti. 

Türkiye bu amaçla 2001 yılında TCMB Kanunu’nda değişiklik yaparak kervana katıldı. 25 Nisan 2001 tarihli, 4651 sayılı, TCMB Kanunu’nda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun’la “Banka, bu kanun ile kendisine verilen görev ve yetkileri, kendi sorumluluğu altında müstakil (bağımsız) olarak kullanır” hükmü getirilerek “kurumsal bağımsızlık” sağlandı.

AKP-MB İLİŞKİSİ 

2018 krizinden bu yana hem Hazine ve Maliye bakanlarının hem de Merkez Bankası başkanlarının sık sık değişmesi ve iktidarın Merkez Bankası’yla ilişkisi, “MB bağımsızlığı” konusunu tartışmaya açtı. Ancak ne yazık ki konu, yukarıda özetlediğimiz esastan ayrı olarak, iktidar ile muhalefet arasında salt “AKP-MB ilişkileri” düzleminde ele alındı, alınıyor...

Kuşkusuz Erdoğan’ın iktidarını sürdürebilmek için seçimi kurtarma ekonomisi uygulama çabası, haliyle iktisatçıların genelinde “AKP-MB ilişkisine” tepki gösterilmesine yol açıyor; “MB bağımsız olmalı” görüşü, AKP’nin uluslararası mali sermaye güdümündeki ekonomi politikasından korunabilmenin aracı olabilir düşüncesiyle savunuluyor. 

Aslında iktidarın yeni ekonomi politikası, ne yazık ki, bu tartışmayı bitirmiş oldu. Zira hükümet, bağımsızlığını savunsa da fiilen kendi politikalarına uymaya mecbur ettiği Merkez Bankası’nı, yeni programıyla fiilen Amerikan Merkez Bankası’na, yani Federal Rezerv Sistemi’ne (Fed) bağladı! Merkez Bankası’nın serbest piyasada belirlenen döviz kuruna ek olarak her gün saat 11’de kur açıklaması ve dolar kuruna garantör yapılması, fiilen Fed’e eklemlenmektir!

Kimileri bu vahim durumu “aslında kontrollü kambiyo rejimi” diyerek perdelemeye çalışsa da gerçek değildir. Kontrollü olmasının en önemli ölçütü vergilendirmedir çünkü. Ayrıca Erdoğan defalarca ilan ettiği gibi serbest piyasa ekonomisine bağlıdır, serbest kambiyo rejimi içindedir ve programının esası da dolarizasyondur.

TÜRK EKONOMİSİ OPERASYON ALANINA DÖNÜŞTÜRÜLDÜ

Yeni ekonomi modeli, bu özellikleri nedeniyle gerçekte küresel mali sermayeye teslimiyet programıdır. Bu modelle Türk ekonomisi küresel mali sermayenin kolayca müdahale edilebileceği hale getirilmiştir; mali sermayenin ve merkezindeki bankacılık sisteminin operasyon alanına dönüştürülmüştür. 

Tarımı bitirmenin, sanayiyi eritmenin, kamu kuruluşlarını satmanın, sürekli borçlanmanın, borcun faizini ödeyebilmek için yeniden ve yeniden borçlanmanın kaçınılmaz sonucudur bu... Cari fazla adına TL’yi değersizleştirmeleri ve dolara yol verip üç ayda 8 TL’den 18 TL’ye çıkarmaları da sonra bankacıları memnun edip çifte faiz yoluyla doları bir gecede 13 TL’ye düşürmeleri de teslimiyetin ve çaresizliğin dalgalı halidir.

Sadece kurun hızlı çıkış ve inişine kilitlenmek, tavşana tutulan projektör gibidir, esası görmemizi engeller. Bize gösterilene değil, gerçekte olana bakmalıyız.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları