Mehmet Ali Güller

27 Mayıs ve 28 Şubat

30 Mayıs 2020 Cumartesi

Siyasal iklimler önemlidir; bazılarını yanlış zamanda doğru şeyi söylemekten alıkoyar, bazılarına bile bile yanlış olanı söyletir, çoğunluğu da kendisine uydurtur!

Örneğin dün ekranlarda Fethullah Gülen’i eleştirenlere “Hocaefendimizle ilgili böyle konuşamazsınız” diye medya avukatlığı yapanlar, bugün önüne gelene “Fethullahçı” diye saldırabilmektedir. Örneğin 12 Eylül şartlarında 12 Eylül’ü savunanlar, sonrasında 12 Eylül darbesine karşı olduğunu iddia ederler.

Bunu neden mi belirtiyorum? 28 Şubat sürecinin Genelkurmay Başkanı em. Org. İsmail Hakkı Karadayı’nın ölümü ile 27 Mayıs’ın yıldönümünün peş peşe gelmesi siyasal iklimle birleşince, konuyla ilgili çok sayıda yorum yapıldı, yazıldı. Ancak yorumların büyük bir kısmı, yukarıda anlatmaya çalıştığımız siyasal iklime uygundu. Bu nedenle bir karşı-yorum yazısı ihtiyaç oldu:

27 Mayıs: Sandık korundu

Üç idam büyük yanlıştı, tartışılacak yanı yok. Ancak bunun üzerinden toplam bir 27 Mayıs değerlendirmesi yapmak hem bilimsel olmayacaktır hem de “sonucun nedenini” gizleyecektir.

O nedenle, nedene bakmak ve 27 Mayıs öncesi Bayar-Menderes “diktatörlüğünün” uygulamalarını çok kısaca özetlemek gerekir: ABD’nin Marshall Yardımı’nın karşılığı olarak ve NATO’ya girebilmek için Kore’ye Amerikan askerlerini koruma görevi ile Mehmetçik gönderdiler. Kendilerine yakın yargı üyelerine yer açabilmek için yasa değiştirip yüksek yargı üyelerini gerekçesiz parça parça emekli ettiler. İktidara karşı her haberi cezalandıracak mekanizma kurdular; öyle ki 27 Mayıs’tan önce 800’e yakın gazeteci hapisteydi. Vatan Cephesi kurdular, muhalifleri vatan haini ilan ettiler. DP’ye oy vermeyen Kırşehir ilini ilçe yaptılar. CHP’nin mal varlığına el koydular. İsmet İnönü birkaç kez linç edilmeye çalışıldı. Meclis Tahkikat Komisyonu kurarak, yargının işini de üstlendiler; istedikleri gazeteleri yasakladırlar, istedikleri matbaalara el koydular, istedikleri kişileri tutukladılar. Ülkeyi yanlış ekonomi politikalarıyla iflasa sürüklediler; 1958’de devalüasyon oldu ve TL’nin değeri üç kat azaldı.

Kısacası demokrasiyi kullanarak iktidar olan bir parti, demokrasiyi ortadan kaldırıyordu.

Bu “nedenleri” görmeden “sonucu” bugünkü siyasal iklimle değerlendirmek bilimsel olmayacaktır. Bu nedenler üzerinden sonuç değerlendirildiğinde de ortaya şu gerçek çıkacaktır: 27 Mayıs sandıkla/seçimle diktatörlük kurulmasını önlemiş ve seçimlerin devam edebilmesini sağlamıştır! 27 Mayıs’ın “demokrasiyi kurtaran” bu özelliği, nitekim 1961 Anayasası’na da yansımıştır. Öyle özgürlüklerle dolu bir anayasadır ki, Kenan Evren, “27 Mayıs anayasası bize bol geldi” deyip, 12 Eylül Anayasası’nı getirmiştir!

28 Şubat: Fethullah’la mücadele

28 Şubat ise bugünkü siyasal iklimde “Amerikancı” diye yaftalansa da Amerikancı değildi, nesnel olarak anti-Amerikancıydı: Birincisi, ordu içerisinde ABD’nin kullanımına açık Fethullahçılar başta olmak üzere tarikat örgütlenmelerine tırpan vurdu. İkincisi, ABD’nin Ortadoğu planına karşı siyasi ve askeri olarak konumlandı. Üçüncüsü, silahlanmada ABD’ye bağımlılığı kırabilmek ve sonrasında milli silah üretebilmek için, ABD/NATO dışı ülkelerden silah alımına yöneldi.

28 Şubat sürecindeki Fethullahçı tasfiyeler sürdürülebilseydi, Türkiye 2016’da 15 Temmuz darbe girişimini yaşamayacaktı! Ancak siyasi iktidarın desteğiyle önce YAŞ’ta ihraçlar zorlaştı, ardından da tamamen ortadan kalktı. Ve tersine Fethullahçılar siyasi iklimin avantajıyla, sızmak yerine sınav sorusu hırsızlığı ile orduya topluca girmeye başladılar!

Unutmadan, 28 Şubat davası da Ergenekon-Balyoz kumpasları ile birlikte yürütülen Amerikancı kumpaslardan biriydi!

Erdoğan ve Bahçeli’nin bagajı

Siyasal iklim böyledir işte…

Duruma göre 27 Mayıs, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 15 Temmuz aynı kefeye konur, duruma göre 27 Mayıs ve 28 Şubat darbe diye dövülürken, 12 Martçılar ve 12 Eylülcüler övülür!

Örneğin MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, fiilen 27 Mayıs ve 28 Şubat’tan en fazla yarar gören kişidir: Genel başkanlığını yürüttüğü MHP’yi kuran, yıllarca liderliğini yürüten Alparslan Türkeş, 27 Mayıs bildirisini okuyan albay değil midir? Bahçeli, 28 Şubat sürecinin sağladığı koşullarda oy oranını artırıp MHP’yi iktidar ortağı yapmadı mı? Kendisi 28 Şubat sürecinde başbakan yardımcısı olmadı mı?

Örneğin AKP Genel Başkanı Recep Tayyip Erdoğan 1998’de Kenan Evren’e aynen şöyle demedi mi: “Sizin zamanında belediye başkanı olacaktım ki, İstanbul’u uçururdum.” Erdoğan, AKP iktidar olduktan sonra da birkaç kez Evren’le görüşmedi mi? 2003’teki ilk görüşmeyi daha sonra Evren şöyle özetlemedi mi: “Bana saygılarını, sevgilerini sundu. Bu ülkeye yaptığım iyiliklerden söz etti.

Ölçü: Kemalist Devrim

Kısacası 27 Mayıs ile 28 Şubat’ı, Amerikancı 12 Mart, 12 Eylül ve 15 Temmuz ile aynı kefeye koymak eşyanın tabiatına aykırıdır.

27 Mayıs ve 28 Şubat, kimi hatalarına rağmen Kemalist Devrim’in devamıdır; 12 Mart, 12 Eylül ve 15 Temmuz ise Kemalist Devrim’e karşı-darbedir!

En ağır siyasal iklimler bile tarihsel gerçekleri silemez…



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları