Saadet Partisi’ne nasıl bakılmalı?

09 Mart 2018 Cuma

Son günlerin en popüler partisi, Saadet. Bu popülerleşmede payı olan iktidarın derdi açık; ittifakı sağdan fire vermeyecek kadar genişletmek, dindar - muhafazakâr cenahta “muhalif” bırakmamak. Kimlik siyasetini “kusursuz” hale getirmek. Saadet’in teslim alınmasıyla yenilmezlik görüntüsünü pekiştirmek. AKP bazen alışık olmadığımız türden bir ısrarcılıkla, bazen de örtülü tehditlerle Saadet Partisi’ni sıkıştırıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın grup toplantısında söylediği “başka yol veya yol arkadaşı seçiyorlarsa onlara güle güle...” sözleri de bir gözdağı içeriyor: “Bizimle olmayan karşı taraftadır.” Saadet Partisi’nin AKP’nin “istikşafi görüşme” çağrılarının hepsine icabet edip çıkışta ret cevabı vermesi de heyecanı artırıyor.

İktidarın yoğun mesaisine rağmen, Saadet Partisi’ne dönük ilginin asıl sürükleyicisi muhalefet. Saadet Partisi, ittifaka katılma riskinden çok, iktidarı zayıflatacak bir ihtimal olarak takip ediliyor. Tıpkı Meral Akşener’in ilk çıkışında olduğu gibi. Dindar - muhafazakâr kesimdeki oy katılaşmasının ancak yine o mahalleden alternatiflerle kırılabileceği inancı, sağ bloktaki en küçük hareketlenmeye karşı yüksek merak yaratıyor.

İYİ Parti bu beklentiyi pek karşılayamamış göründüğü, Abdullah Gül de “çıkış cesareti” gösteremediği için, “acaba Saadet olur mu” sorusu cazip hale geliyor. Elbette sağa muhalefet için sağdan alternatif aramayı “sağa teslim olmak” olarak eleştirenler de az değil. Fakat bu tartışma bile, izlenme oranını düşürmüyor.

Saadet Partisi, şimdilik ittifaka katılmayacağını açıkladı. Kapıyı açık bırakmış görünme pahasına bunu çok sert ifade etmekten de kaçındı. Bu durum, sıkı pazarlık, AKP tabanını rahatsız etmemek, partide görüş birliği sağlanamaması gibi farklı yorumlanabilir. Fakat, ittifaka katılmanın MHP’ninki gibi avantaj yaratmayacağını, durumun ittifak değil iltihak anlamına gelecek yeni bir Has Parti vakası olacağını gayet iyi biliyorlar. Çünkü, Saadet Partisi’nin oy desteği ve kadrosunun AKP’ye direnebilmesi zor, ideolojik farkını gösterebilmesi ve ayrı bir yapı olarak kalabilmesi neredeyse imkânsız. Oysa, muhalefette kalarak iddialarını (inatlarını) sürdürmeleri, hatta açacakları sayısal ve ideolojik gediklerle alternatif haline gelmeleri mümkün.

2015 yılı yazından itibaren fiilen yürürlükteki iktidar ittifakı, ağırlık merkezini baskın biçimde milliyetçilik alanına taşıdı. Ağırlık merkezinin milliyetçiliğe kayması, milliyetçi söylem üzerinden muhalefet yapmaya niyet edenlerin alanını çok daralttı; “daha fazla milliyetçilik” istemekten başka söz üretilemedi; milliyetçilik her durumda iktidara çalışır hale geldi. Geçmişte çeşitli isimlerle kurulan “milliyetçi - maneviyatçı” blok, şimdi Saadet Partisi’nin de terkibe katılmasıyla, cephenin kimlik gücünü artırmayı, “hayat tarzı” ayağını da sağlamlaştırılmayı istiyor. Buna karşılık, İYİ Parti’nin ardından Saadet Partisi’nin de direniyor olması ise sağ bloku çatlatıyor.

Sağ iktidarları, sağdan medet umarak, sağcılara yatırım yaparak, sağ popülist atakları taklit ederek zayıflatmaya çalışmaya tepki son derece normal.

Ama sağ siyasetin iç gerilimleri ve temsil krizlerini önemsemenin ve bunları politik arenada görünür hale getirmenin de çok yanlış olduğu söylenemez. Çünkü, sağcı politikacılar ve sağ popülist dil ne kadar benzer; tek tip ise sağ seçmen kalabalığı da o kadar çeşitli. Onları tek bir kimlik halinde toparlanmaya ve böyle davranmaya zorlayan taraf iktidar. Muhalefetin ise tam aksine çeşitliliğe vurgu yapması gerek. Dolayısıyla, kimlik siyasetine sağcılık taklidiyle direnmek ne kadar saçmaysa, bu bloklaşmayı zayıflatan ve bu seçmenle başka kimlik özellikleriyle ilişki kurmanın önünü açabilecek iç kırılmaları önemsememek de o kadar eksik olur.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Eyvallah 10 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları