Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Yurdum Yetimsin Artık..

03 Mart 2015 Salı

Bana hiç ölmeyecekmiş gibi gelirdi. Tilda’yla sabah kahvaltımızı yaparken “Yaşar abi gideli kaç saat oldu?” diye sorardım, Tilda yüzünde her zaman muzip bir gülümseme, “üç saattir yürüyor,” derdi, “yani bu altı saat masanın başından kalkmayacağı anlamına gelir.” Birlikte gülerdik.
O benim için bir mucizeydi. O dev bir bellekti. Ben şaşırıp kalırdım, bu dev bellek Çukurova sıcağının büyüsünü, Ağrı’nın görke-mini, hiç dinmeyen yağmurun şarkısını, sanki su içer gibi bizlere anlatırdı. Onu okumak, sonsuz bir coğrafyada heyecanla gezinmeye benzerdi. Bu sonsuz coğrafyada insana ve doğaya dair öyle görkemli hikâyeler, öyle görkemli ağıtlar, öyle görkemli destanlar vardı ki, bir an soluklanıp “teşekkürler hayat” derdim. “Bütün bunları anlatan bir yazarı tanıdım, onun ellerinden tuttum, onun Adanalı gelini oldum.”
O nasıl bir bellekti, usulca su içen karıncaların sesini, Meryemce’nin isyanını, İnce Memed’in başkaldırısını büyük bir şefkatle kucaklar ve tıpkı çocuklara masal anlatan bir masalcı gibi bize anlatırdı. Bütün ülke onun çocuklarıydık, bu masalcının çocuklarıydık.
Bu masalcının parada pulda, ödüllerde gözü yoktu. Konuşmuştuk, bilirim çok kolaylıkla Nobel’i alabilirdi ama o kendi belleğine asla ihanet edemezdi. Çünkü ne yazık ki, Nobel çok uzun zamandan beri tam bir politik oyun olmuştu. Gene de Nobel ona verilseydi o tıpkı çağdaşı büyük bir yazar olan Gabriel Garcia Marguez gibi Nobel parasını bir sivil toplum kuruluşuna bağışlayacaktı. Para neydi ki, ün neydi ki, bu büyük mucize için, onun en büyük ödülü, dağ başlarında İnce Memed hayali kuran çoban çocuklar, ölüm orucunda, Demirciler Çarşısı cinayetini okuyup tartışan gençlerdi. O gençler ölmesin diye, yollara düşenlerdendi. O çok Türkiyeliydi.
O bu ülkeye âşıktı. Hem de karasevdalıydı. Ülkenin yüzyıllık sözlü geleneği onun anlatımıyla yeniden hayat bulur, günümüzü ve dünyanın hallerini anlatırdı. O büyük yazarlar sülalesinin bu coğrafyadaki temsilcisiydi. O Dostoyevski’ydi, o Çehov’du, o Hemingway’di, Faulkner’dı.
İri cüssesi ve tok sesiyle, herhangi bir mekâna girdiğinde, o mekân silme Yaşar Kemal kesilirdi. “Durun bakalım üstat bugün ne anlatacak...” Ama bu iri cüsse, bu tok ses kimseleri aldatmasın, o kocaman bir çocuktu. Kolaylıkla incinirdi ama bunu bilmezdik. Yazdıklarından ötürü, iktidarlar onu sevmezdi. Ama intikamcı değil mücadeleciydi. Ne mapusluklar, ne ölüm tehditleri ne karalamalar onu asla yıldırmazdı, tam tersi çocuk yüreği biraz incinir ama inatla mücadelesine devam ederdi.
O bu ülkenin yüzakı bir aydındı. Hep mağdurun yanındaydı. Herkes gibi korkardı ama korkunun ecele fayda etmediğini çok küçük yaşlarda öğrenmişti; bizlere de çocuklarına da öğretirdi.
Şimdi yetimiz ama onun çalışkanlığı, inadı saye-sinde öğrendiğimiz çok şey var! İnadına mücadele, inadına yazma, inadına sevme...
Hâlâ öldüğüne inanmıyorum. Birden bir ağlama gelip beni buluyor. Biraz bencillik ama ben yazılarımın isim babasını da kaybettim. Yetimlik zor bir sanat, Al Gözüm Seyreyle başlığının isim babası, sen benim için ölmedin, yalan, hâlâ şen kahkahanı duyuyorum. Hoşça kal... Her daim armağan ettiğin yeşil elma kokulu sabunların kokusu hiç bitmiyor...
 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Başımız dönüyor... 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları