Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Siyasetten de bıktım, sosyal medyadan da!

22 Temmuz 2018 Pazar

Gerçekten sıkıldım, kime rastlasam “ah vah siyaset” ya da “sosyal medya papağanlığı.” Her ikisinden de sıkıldım. Bana göre bugünlerde siyaset biz figüranların can sıkıntısını gidermek için ha babam laf ürettiğimiz bir tuhaf alan, en iyisi sosyal medyadan konuşup biraz eğlenelim. Çünkü başka ülkelerde sokaklarda dans eden insanlara imrenmekten de bıktım. Şöyle; gittiğim, girdiğim her yerde insanlar cep telefonlarına eğilmiş pür dikkat mesaj yolluyorlar. Her toplantıda konuşmadan çok fotoğraf çekiliyor. İçe dönüklüğün, az arkadaşı olmanın, kitap okumanın erdemlerinden söz eden yok. Ülkemin otobüslerinde, tatil kıyılarında tek bir kitap okuyana rastlamıyorum. Gazete de okunmuyor. Varsa yoksa selfi ve mesaj! Ne yazık ki, bizde her durum fazlasıyla abartıldığı için, bir sosyal medya hayranlığıdır gidiyor. Genel kanıya göre sosyal medyada yoksan, yoksun, olanlara ne oluyor ki…“A şekerim sen de çok asosyal bir tipsin!” “Öyleyim var mı bir diyeceğiniz!”
Bu arada da merak ediyorum, ellerinde sürekli cep telefonları, mesaj yazanlar sosyalleşmek adına sosyal medyadaki arkadaşlarına neler söylüyor?
Takıldım ya, ben çekerim, uçaktayım, yanımdaki genç adam telefonuyla sürekli bir şeyler yazıyor, anonsa rağmen yazmaya devam ediyor, uyarıyorum, uykudan uyanmış gibi yüzüme bakıyor ve cep telefonunu kapatıyor. Şeytan dürtüyor, sosyalleşmeye karar veriyorum, genç adamla sohbet etmeye başlıyorum. İşini soruyorum ve hiç çekinmeden son ana kadar neden mesaj geçtiğini öğrenmek istiyorum. Bir hastası mı var, çok önemli bir toplantısı mı var?
Hayır hiçbiri değil, arkadaşlarına uçağın içinde on dakikadır beklediğini anlatıyor. Vay canına, işim bu ya, “Size çok mu sıkıntı bastı, bir destek mi almaya çalışıyorsunuz” diye soruyorum. “Hayır”, diyor “can sıkıntısı” yaşıma güveniyorum ya, devam ediyorum, “bari sevgilinize bir şey yazsaydınız, bildiğiniz bir şiirden bir dize, ya da onun şimdiye kadar duymadığı şirin bir sözcük.” Genç adam hayretle bana bakıyor, içinden ‘kadın biraz üşütmüş’ diye geçirdiğine eminim, ama kibarca “ben şiir bilmem” diyor. Ben de artık susuyorum.
Bir üniversitedeyim, yaklaşık altmış kişilik genç bir gruba konuşuyorum. Söze “bugün kaç kişi gazete okudu” diye başlıyorum, utana sıkıla üç el kalkıyor. “Yani hepinizin bilgisayarı var, oradan da mı okumadınız?” Derin bir suskunluk. “Peki” diyorum “Siz bu internette ne yapıyorsunuz?” Samimi biri ayağa kalkıyor, “Hocam” diyor, “bizde geyik muhabbetinden başka bir şey yok!” “Ne yani” diyorum, “ne zaman tuvalete gittiğinizi de mi yazıyorsunuz?” Gülüşüyorlar.
Atölye öğrencilerimden iyi para kazanan, cıvıl cıvıl bir genç kız, geniş bir masa toplantısında Yunanlı bir arkadaşıyla yaşadığı bir aşkı anlatıyor, gözleri pırıl pırıl parlayarak, neredeyse dört yıl süren bir ilişki bu. Hepimiz erkek tarafının kızın doğum gününü unutmamasını, pek bir güzel buluyoruz. Adamın gittiği her yerden kızı aramasını da. Bir ara biri akıl edip soruyor, “Bu adam devamlı Avrupa’nın çeşitli kentlerinde geziyor, sen burada çalışıyorsun, nasıl görüşüyorsunuz”. Aşkın kahramanı kızımız yanıt veriyor, “Bütün ilişkimiz sadece üç aydı, gerisi hep internetten.” Ben suskunum, birilerinin bir söz etmesini bekliyorum. Neyse ki birileri, “yazık” diyor, “bu da bir internet aşkı, yok gibi bir şey.”
Ahmet yirmi beş yaşında, mühendis olacak, bilgisayarın başında oturup her gün Türkiye gündemine dair düşündüklerini yazıyor. Yazdıkları doğru şeyler, mühendis olduğu için işe matematik açısından bakıyor ve şöyle diyor: “Bir ülkede vergi kaçıranlar bu kadar çoksa, iktidardan hesap soranların sayısı da o kadar azdır. Çünkü vergi kaçıranlar gizlice bilirler ki, iktidarın ortaklarıdırlar.” Tümüyle katıldığım bir düşünce ama Ahmet’in bir kez sokağa çıktığını görmedim. Sosyal medyası ona yetiyor.
Bu örnekleri daha çoğaltabilirim, bazı köşe yazarlarının bu sosyal medya işini abarttığını da görüyorum, böylece derinlemesine değil, her alanda yüzeysel düşünen, vasat bir Türkiye yaratılıyor. Neyse ben yoluma gideyim, İzmir’in Satsuma mandalinleri ve yavaş şehir olmasıyla ünlü Tunç Başkanın Seferihisar’ında yaşları 10-15 arası 10 genç insan beni bekliyor. Hep birlikte bir sinema atölyesi yapıp kısa bir film çekeceğiz. En azından bir hafta boyunca günde üç saat ellerine cep telefonlarını almayacaklar. Kesin kural, hepsini topluyorum ve bir metot defteri ve kurşun kalem zorunluluğunu getiriyorum. Vallahi işe yarıyor.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Başımız dönüyor... 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları