Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Peşinden Koştukları Top Hep Patlak!
Haydarpaşa Tren Garı, Doğu Ekspresi buharlar saçarak ağır ağır perona giriyor. Uzun yolculuğun sonu; analar, babalar, bacılar, kardeşler yorgun argın trenden iniyorlar. Kiminin yüzünde endişe, kiminin yüzünde şaşkınlık, kiminde bir an önce bir yerlere varma isteği.
Yaşları 9 ile 12 arası dört çocuk, telaşlı kalabalığın ortasında öylece duruyorlar. Her hallerinden trene kaçak bindikleri ve hayal kenti İstanbul’a gelmek için çok varta atlattıkları belli. Ne gidecek bir yerleri var, ne bir bekleyenleri. Peronda öylece şaşkın duruyorlar.
Peron tenhalaşıyor ve dördü hâlâ orada, az sonra gar polisi yanlarına geliyor ve onlara “ne yapmaya geldiklerini, nereye gideceklerini” soruyor. Bu soruya verecek tek bir yanıtları var: “Biz mafya olmak için geldik.”
Anlattığım bir film sahnesi değil, keşke olsaydı. Televizyonda gördüğüm bir olay, o dört çocuk da verdikleri yanıt da gerçeğin taa kendisi. Ama bu yanıtı duymak için tren garına ya da Doğu’nun herhangi bir kentine gitmeye hiç gerek yok.
Onlar her yerde, sürekli bizimle birlikte. Ben onlara en çok sevgili ölülerimi ziyaret ettiğim mezarlıkta rastlıyorum. Bir anda bitiyorlar. Ellerinde su dolu pet şişeler, çevrenizde dört dönüp sürekli soruyorlar, “Abla, yenge mezarı sulayalım mı?” Birine evet dediğiniz anda yandınız, ardından sürekli başkaları geliyor ve ne kadar tahammüllü olursanız olun, sizi ölülerinizle ve anılarınızla baş başa bırakmayan bu çocuklara kızıyorsunuz. Ve ardından düşünmeye başlıyorsunuz, “Bu çocuklar ne olacak?” “Onların bu hayat içinde şansı ne?” Ben bu soruyu çok kez sordum ve açıkça itiraf ediyorum verdiğim yanıt hep şu oldu: “Ya mafyaya girecekler ya da PKK’ye.” Sadece mezarlıklarda mı, bütün dini yerlerde, pazarlarda ve sokaklarda durum bu. Doğduğu anda yaşamı belirlenmiş, eğitim şansı elinden alınmış, büyük bir nüfus, bizimle birlikte yanı başımızda büyüyor. Biz bu nüfusu ne kadar görmezlikten gelirsek gelelim, onlar varlar ve şiddetle çoğalıyorlar.
Onlar ülkenin çeşitli yerlerinde bayrak yakan çocuklar. Taş atan çocuklar. Bu ülkede kimseler onlar kadar çaresiz değil. Geleceklerinin parlak olmayacağını, çok küçük yaşlarda neredeyse içgüdüsel olarak hissediyorlar. Köylerinden, sevdiklerinden ayrı kaldılar. Bilmedikleri bir dünyada yaşama savaşı veriyorlar. Babaları her akşam, zabıtadan kaçırdığı seyyar arabasını sürükleyerek eve geliyor ve hep öfkeli. Ve sofrada her zaman aynı yemek var. Tarhana çorbası ve ekmek. Hiçbir zaman doğum günleri kutlanmayacak, bunu biliyorlar.
Hiçbir zaman karınları tam doymayacak. Her zaman bir önceki kardeşin küçülmüş ayakkabısını sürükleyerek okula gidecekler. Hiçbir zaman kız arkadaşlarını herhangi bir pastaneye götürüp bir pasta ısmarlayamayacaklar. Beslenme çantalarında hiçbir zaman muz ya da salam olmayacak.
Pastırmanın ve bol sütlü çikolatanın tadını hiçbir zaman bilemeyecekler. Peşinde koştukları top her zaman patlak olacak.
Anneleri çoğu zaman şiş bir karınla, onlara ve kendini gene gebe bırakan kocasına beddualar okuyarak dolaşacak ve onlar ölümü çok erken öğrenecekler. Ve ölüm her zaman onlar için kazanabilecekleri en yüksek paye olacak.
Şimdi neden bu öfke diye soruyorum kendi kendime, bayrak yakan çocuklara karşı bu öfke neden? Neden öfkemiz gerçek hedefinden böyle ansızın sapıveriyor? Öfkemiz olsa olsa bu ülkeyi yıllarca talan eden ve etmeye devam eden başka birilerine yönelik olmalı. Çünkü bu talan olmasaydı, bugün ne bayrak yakan ne de ölümü yücelten ve kaderleri doğdukları gün tersten yazılmış çocuklar olmayacaktı.
Bu arada 29 Ekim yaklaşıyor. Özellikle sokaklar bayraklarla dolu. Oturduğum semtin caddelerinde de her on metrede bir yan yana dört bayrak asılmış durumda. Ve öyle bir hale gelmişiz ki, tam da durakta kıran kırana bir kavgaya tanık oldum. Durakta iki orta yaşlı bayan, ben ve bir iki genç vardı; bir kız, bir erkek. Kız her on metrede bir caddeyi kuşatan bayraklara bakıp, “Bu bayrakların parasını kim ödüyor?” diye arkadaşına bir soru sordu. İşte olay ondan sonra başladı. Orta yaşlı bayan şiddetle yerinden kalkarak “O bayrak olmasa sen burada yaşayamazdın!” diyerek kıza doğru yürüdü. İki genç beklemedikleri bu olay karşısında şaşırdılar. Ben donup kaldım. Bir soru, “Bu bayrakların parasını kim ödüyor?” hemen yoğun bir şiddete neden oluyorsa, durumumuz iyice vahim demektir.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- CHP'li Günaydın'dan Bakan Tekin'e tepki!
- Yeni Doğan çetesi davasında çarpıcı itiraflar
- Canlı tarih müzesi Hisart 10. yılında!
- Teğmenler Yüksek Disiplin Kurulu'na sevk ediliyor
- Tarihçi Yusuf Halaçoğlu'ndan şok iddialar
- TBMM'de 'Etki Ajanlığı' düzenlemesi tartışılacak: Amaç m
- Pera Palas'ta Atatürk Müze Odası
- İmamoğlu’ndan 10 Kasım paylaşımı!
- Donald Trump'ın yeniden başkan olması dünya ekonomisini
- Ege'nin Gündemi'nde bu hafta!
En Çok Okunan Haberler
- İstanbul'un 7 ilçesinde yarın su kesintisi uygulanacak
- 250 bin TL'nin getirisi ne kadar?
- İstanbul'da aile katliamı
- Malatya depremi: 'Endişe verici' diyerek uyardı!
- Hedefteki teğmenlerle ilgili yeni gelişme!
- Kan donduran 'taciz' iddiası
- Muharrem İnce’den sert yanıt!
- TÜPRAŞ'tan açıklama geldi
- Oktay Kaynarca’dan ‘Selahattin Demirtaş’ açıklaması
- İmamoğlu'ndan, Tekin'e 'belgeli' kreş yanıtı