Yazarlar Günün Köşe Yazıları Spor Konuk Yaşam Tüm Yazarlar
Peşimi bırakmayan bir düş
Yıllar boyu peşimi bırakmayan bir düş var, zaman zaman ondan söz ettiğim olmuştur, hatırlayanlar olabilir. İşte gene o düş ama bu tuhaf zamanlarda yepyeni insanlar, gruplar kendiliğinden düşüme dahil oldular. Koronayla kahramanca mücadele eden ve çocuklarına bile veda edemeden ölen sağlık çalışanları, onların arkadaşları, “ulusal çıkar” nedeniyle gerçek rakamları saklanan koronavirüs vakaları ve dolayısıyla ölüme terk edilen tüm yurttaşlar düşümde yerini alıyorlar. Bu peşimi bırakmayan nasıl bir düş, başlayalım:
Düşümde milyonlarca insan ellerinde pankartlarla yürüyorlardı. Ben durmuş onların geçişlerini izliyordum. F tipi cezaevlerini protesto edenler, KHK mağduru öğretmenler, öğretim üyeleri, oy verdikleri vekillerinin hapishanelerde çürümesine karşı çıkanlar, seçilmiş belediyelere kayyım atanmasını içine sindiremeyenler, hukuksuzluğu, adaletsizliği bangır bangır haykıranlar, tüketicinin dolaylı vergilerle nasıl yoksullaştığını kalem kalem ortaya dökenler, çocukları dağlarda vurulan, sokaklarda sürüklenen, cezaevlerinde işkenceden ölen Türk ve Kürt anaları Diyanet’in laikliğe aykırı olduğunu haykıranlar, azıcık maaşlarına göz dikilen emekliler: bir türlü failleri bulunamayan faili meçhul kadınları, kızları, ağabeyleri, devletin attığı bombalarla ölen çocuklarını bağırlarına basmış, “Katil kim?” diye haykıran Uludereliler; sendikal hakları yok edilen, köleliğe mahkûm işçiler, emekçiler; bölgelerindeki yeşil alana cami değil, park yapılmasını talep eden mahalleliler, rüzgâr ve güneş enerjisinin es geçilip dışa bağımlı termik ve nükleer santral kurmanın bu ülkeyi yok edeceğini iyi bilenler, eğitim sisteminin köle-beyaz yakalılar ürettiğine bizzat tanık olan kahraman öğretmenler, ayağında ayaklarına küçük gelen plastik bir terlikle karda yürüyerek okula gitmeye çalışan küçücük kızların anaları, babaları; 12 yaşında çocuk gelinler ülkesinde yaşamanın bir zulüm olduğunu hissedenler, her gün bir kadın çığlığıyla uyanmanın derin acısını yüreklerinde duyanlar, yalaka ekonomistlerin sürekli yalanlarıyla beyni yıkanan ama elinde avcunda ekmek parası olmayanlar, lüks alışveriş ve gökdelen yapmanın şehirleşme olmadığını bilen mimarlar, yalanlarla yükseltilen sağlık sektörünün nasıl bir zengin oyunu olduğunu bizzat oyunun içinde yaşayarak öğrenen doktorlar, sağlık görevlileri; bankalar astronomik kâr ederken kendilerine ödenmesi gereken ücret zammını elleri böğründe bekleyen banka işçileri; Köy Enstitülerinin bu ülke için nasıl bir nimet olduğuna hayatları boyunca tanık olan Köy Enstitüsü mezunları ve bu büyük eğitim projesine vurgun olanlar, sosyetenin her gün değişik bir kılıkta boy gösterdiği resim galerilerinde değil, sokaklarda, varoşlarda resim yapmak isteyen ressamlar; muhteşem olduğu söylenen Türk aile yapısını, ensesti, tecavüzü, çocuk gelinleri sorgulayan film yapımcıları; Kahramanmaraş, Çorum ve Madımak’ta diri diri yakılan, hunharca öldürülen insanların aileleri; köyleri yakılan, göç etmek zorunda kalan ve kentlerde yok olan göç aileleri, ellerinde seks işçiliği yapmaktan başka çaresi olmayan travestiler, kadın seks işçileri; Boğaz’da, deniz kıyılarında salaş bir meyhanede dostlarla içkisini yudumlamayı bir yaşam keyfi olarak görenler, başları bağlı olduğu için kahvelere, okullara girerken küçümsenen başı örtülü genç kızlar; “Sokaklarda dolaşmak bizim de hakkımız!” diyen milyonlarca engelli yurttaş; sürüp giden savaş nedeniyle canını yitirmemiş ama akıl sağlığını ya da bedeninde en değerli organlarını yitirmiş, köşeye atılmış gaziler, “insan öldürmek istemiyoruz” diyerek her türlü aşağılanmayı göze alan ve vicdani ret ilkesini hayata geçirmeye çalışan askerlik çağına gelmiş genç insanlar, askerlik şubesinde “İb..misin, o halde bize bir video getir” denilen, cinsel tercihleri nedeniyle aşağılanan gençler; kendinden rütbe olarak küçük bir subayı sevdi diye ordudan atılan ve intihar eden genç bir kadın subayın ölümünü içine sindiremeyenler, bu cennet ülkenin her zaman kendi kendine yeteceğini savunanlar, yok edilen tarım için içleri yananlar, müzelerdeki 42 uygarlığın en güzel heykellerine bakıp “ucube” diye bir heykelin yıkılmasını canında hissedenler; Kurtuluş Savaşı’yla ilgili filmleri izlerken Nâzım Hikmet’in, Dağlarca’nın ve daha birçok şairin bu konularda yazdığı şiirleri okurken gözleri yaşaranlar; ülkenin dört bir tarafındaki limanların satılmasını, köprülerin özel şirketlere devredilmesini güvenlik açısından çok sakıncalı bulanlar, evet onlar ve daha pek çokları düşümde yürüyorlardı. Polisler mi? İlk kez şaşırmışlardı, çünkü böyle bir kalabalığa ne biber gazı, ne öldürücü bir gaz, ne de soğuk su fayda ederdi.
Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları
Günün Köşe Yazıları
Video Haberler
- Çorlu tren faciası davasında 6 yıl sonra karar çıktı!
- Beslenme çantalarının içi boş kaldı...
- Böylesi görülmedi: Tavuk mu horoz mu?
- Özel yeni üye kampanyasını başlattı
- Bugün 23 Nisan! Arşiv görüntüleriyle Meclis'in açılışı..
- Erdal Sağlam'dan ekonomi analizi!
- Belediye başkanı 'sıkıntı olmayan belediyemiz yok' dedi
- Özdağ'dan hükümete Dünya Bankası tepkisi
- Meclis'te gerilim
- Tarım Bakanlığı'nda 'Suriyelilere kadro' iddiası
En Çok Okunan Haberler
- Kepez Belediyesi'nde yeni başkan belli oldu
- ‘Haddini bilsin, tepemin tasını attırmasın’
- Merkez Bankası faiz kararını açıkladı
- AKP'li isimden istifa çağrısı!
- Dilan ve Engin Polat çiftinin yargılandığı davada karar
- 'Kapıdan içeri sokmayın'
- Evlilikte şanslı olan 4 burç!
- Soylu geri mi dönüyor?
- Çorlu tren katliamı davasında karar!
- Yunanistan'da gündem Samet Akaydin!