Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Belki de hak ettik…

18 Ekim 2015 Pazar

Bugünlerde çevremdeki herkes, “biz yaşadık yaşayacağımız kadar ama çocukları, torunları kurtarmalıyız” diyor. Soruyorum: “Nasıl?” Çoğu, “yurtdışına göndererek” diyor. Korkuyorlar, korku insani bir duygu, ben de korkuyorum. Ansızın bazı görüntüler geliyor aklıma, cihatçı grupların bir sabah vakti, belirledikleri evleri basıp orada yaşayanların boğazını keserek öldürdükleri kâbus sahneleri beni buluyor. Ya da bir okul binasında patlayan bir bombanın sesi geliyor kulağıma. Bütün yaşadıklarımızdan sonra korkmamak olanaksız ama bu korkunun da ecele bir faydası yok.
Çok değil, iki yıl önce bir yakınım ameliyat oluyordu, ben de özel bir hastanenin kantininde bekliyordum. Kantin açık havadaydı, orada otururken on beş kişilik bir grup dikkatimi çekti. Hepsi şalvarlı, hepsi başları bağlı ve sakallı on beş adam. Kimin bacağı sarılı, kiminin kolu ve ellerinde son model cep telefonları, bilmediğim bir dilde yüksek sesle konuşup cep telefonlarındaki fotoğraflara bakarak gene yüksek sesle gülüp, sürekli taşaklarını kaşıyorlardı. Öyle yüksek sesle gülüyorlardı ki, çevrede hastasından iyi bir haber bekleyen endişeli hasta yakınları birer ikişer kalkıp yan tarafa geçiyorlardı. Ben oturmaya ve onları izlemeye devam ettim. Kantinin servis yapan kavruk çocuğu eli ayağı birbirine dolaşarak onların hiç bitmeyen isteklerini yerine getirmeye çalışıyordu. Masanın çevresindekiler çocuk servis yaparken onu kucaklayıp suratından, boynundan öpüyorlar ve gene gülüyorlardı. Dayanamayıp kantincinin yanına gittim, kulağına eğilip “çocuğu oraya göndermemesini, kendisinin servis yapmasını istedim.” Kantinci yüzünde yorgun bir ifade, “Ablacığım” dedi, “katil olmamak için sürekli dua ediyorum. Daha önce iki çırağım ağlayarak gitti. Bunlara söz geçirilmiyor.” “Neden” diye sordum, “Aramızda kalsın, bunlar hükümetin hastaları, yani Tayyip’in, su gibi para harcıyorlar, şu karşıda gördüğün otelde kalıyorlar, bana da beş kuruş vermiyorlar.” Donup kaldım. Başkaları olsa masaya gider, garson çocuğa arka çıkardım, ama yapmadım. Korktum.
Çünkü onları tanıyordum. Kanlı Pazar’da sakalları uzun, entarili bir adam tam da Taksim’de elinde bir satır üstüme yürümüştü. Satırdan kendimi yere atarak kurtuldum ama bunu hiç unutmadım. Ne zaman Maraş, Çorum, Madımak oldu aklıma hep o adam geldi. İşte masada oturanlar gene onlardı. Suruç, Ankara katliamlarında da gene onlar var. Artık başka türlü bir mücadele yöntemi benimsediler, satırlarla adam doğramıyorlar, canlı bombalarla yüzlerce insanı bir anda öldürüyorlar.
Korkuyorum dedim ama biz de bu işe epey göz yumduk. Küçücük kızlar çarşafa bürünürken insan haklarından söz ettik, eğitim sistemimiz allak bullak edilirken sesimizi yeterince yükseltmedik, özellikle güney kentlerimizde cihatçı örgütler yuvalanırken farkında değilmiş gibi davrandık. Ama onlar kentleri işgal ettiler. Konya’ya, Çorum’a, Kilis’e gitmeye gerek yok. İstanbul’un kenar mahallelerinde bir dolaşın, artık oraların pazarlarına saçı uzun bir adamın ya da başı açık bir kadının girmesi mümkün değil. Muhteşem diye övündüğümüz İstanbul dört bir yandan kuşatılmış durumda. Ve kuşatanlar siyasal iklimden ötürü öylesine şımarmışlar ki, açıkça vapurlarda tekbir getiriyor ve ellerinde satır insanlara saldırıyorlar.
Umutsuz bir tablo değil mi? Keşke diyorum, tıpkı İtalya’da, Şili’de olduğu gibi CHP ve HDP ortak bir miting yapsaydı da beş milyon kişi orada toplansaydık. Hayatımız yok olurken oturup duruyoruz. Belki de hak ettik.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Başımız dönüyor... 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları