Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Ana Rahibe de Çömelince!

20 Ocak 2015 Salı

Bütün bir hafta, belli ki Kuran da dahil İslama dair hiçbir kitabın kapağını açmamış, yeryüzünün müzelerini dolduran İslam resmine dair hiçbir bilgisi olmayan, İslam mimarisinin başyapıtlarını bu ülkeye armağan etmiş Mimar Sinan’ın adını bile duymamış cahil cühela takımının bilgisizce anlattıkları hurafelerden fevkalade sıkıldım. Yeter be! Ve ben de size başucu kitabım, 1348 yılında yazılmış, Decameron hikâyelerinden birkaçını anlatıp, neşenizi bulmanıza -tabii kendimin de- yardım etmeye karar verdim. İtalyan Giovanni Boccaccio tarafından yazılan bu başyapıt biraz edepsizdir. Dinle, önyargılarla acayip dalga geçer. Biraz 1300’lerin Charlie Hebdo’su diyebiliriz.
Decameron “on günlük” demektir. Floransa’da çıkan bir veba salgınından korunmak için kendilerini bir şatoya kapatan 7 genç kadın ve 3 genç erkek canları sıkılmasın diye birbirlerine bu hikâyeleri anlatırlar. Benim en sevdiklerim, müthiş bir film yönetmeni olan ve eşcinsel olduğu için öldürüldüğü söylenen Pier Paolo Pasolini’nin filme aldığı hikâyelerdir.
Uzatmadan başlayalım. Efendim, İtalya’nın bir dağ köyünde, tam da tepede bir manastır varmış. Bu manastırda babaları, anaları tarafından belirli bir süre için din eğitimi alsın diye gönderilen kızlara göz açtırılmazmış. Öyle ki erkek sinek bile kapılardan geçemezmiş. Köydeki delikanlılar sürekli bu manastırdaki kızları konuşur, tuhaf ve edepsiz hülyalara dalarlarmış. Hemen bir parantez açayım, hikâye bu edepsiz hülyaları da anlatıyor. Ama bu bir gazete yazısı, bu kadar, gerisini kitaptan okuyun. Nerede kalmıştık, günün birinde köyden bir delikanlı, sırtında sadece edep yerlerin örten deriden bir giysi manastırın kapısını çalar. Çatır çatır konuşmasını bildiği halde, dilsiz taklidi yaparak kapıyı açan rahibeyi kandırır. Rahibe de dilsiz bir adamın zararsız olduğuna karar verir, onu işçi olarak alır, çünkü ağaçlardaki meyvelerin toplanması gerekmektedir. Bizim delikanlı, sırtında sadece edep yerini örten deri giysiyle ağaçların tepelerine çıkıp armutları, elmaları toplamaya başlar. Ama o da ne, rahibe kızlardan biri tam da adamın meyve topladığı ağacın altında durur ve yukarı doğru bakar. Gördükleri yüzünü kızartır, hemen koşup bir başka rahibeye haber verir. O başka bir rahibeye. Ve bütün genç rahibeler ağacın altında toplanıp meyve toplayan adamı izlemeye başlarlar. Sonuç, eh size Decameron hikâyesi anlatıyorum, son sahnede (aklım filme gitti) plaj kabinine benzer bir kabin görürüz. Rahibe kızlar kabinin önünde sıraya girmişlerdir. Bu arada kabinden üstü başı dağınık bir kız çıkar ve hemen sıradaki bir kız içeri girer. Bizim dilsiz meyve toplayıcısı her gelen kıza meyveleri koklatmak zorunda kalmıştır. Aman Allahım, o da ne? Manastırın yaşlı yönetici rahibesi de kabine girmez mi? İşte bizim meyve toplayıcısı o sırada “yeter!” diye bağırır. Baş rahibe bu sesi duyunca ayaklarına kadar indirdiği donunu çekip dışarı fırlar... “O bir aziz, o konuştu, o bir aziz” diyerek!
Biraz neşeniz yerine geldi mi, bu hikâyenin bir de kilisenin ali kıran baş kesen zamanında anlatıldığını düşünün. Üstelik o zamanlar cinsel ilişki sırasında kadının ve erkeğin çırılçıplak olmaları kilise tarafından yasaklanmış. Gecelikteki delikler yeterli bulunmuş. Bu durum size tanıdık geldi mi? Şu sıralar televizyonlarda konuşan fetvacılar, banyoda ve cinsel ilişki sırasında, utandıkları için cinsel ilişki de diyemiyorlar, “karınızla yakınlaşırken çıplak olmayın” diyorlar. Vay canına! Benim de aklım hep muzıra çalışıyor.
Yerimiz var. Bir tane daha anlatayım; of be, bu hafta ne kadar da sıkılmışız! Efendim, bir soylu ailenin bir soylu kızı varmış. O zamanlar âdetten, ergen olduktan sonra soylu kızlar iki yıl kadar manastırda eğitim görüyorlar. Eğitim görülen manastırlarda rahipler de var. Kızlara nasıl iffetli birer karı olacaklarını öğretiyorlar. Bizim kız da bir manastıra giriyor. Ama pek güzel bir kız, manastırda da çok genç bir rahip var. Evet, gel zaman git zaman kız bazı geceler pek bir sıkılıyor; rüyasında tuhaf tuhaf, söylemeye utandığı olaylar oluyor. Bakıyor kız kendi çözemiyor, genç rahibe gidiyor, gördüğü rüyalardan söze diyor. Bekâret yemini etmiş gencecik rahip kızı dinlerken kızarıyor, bozarıyor. Sonunda dayanamıyor, “Senin içine şeytan girmiş, benim bunu çıkarmam gerek” diyor. Rahip sözü, kızcağız hemen boyun eğiyor ve hem bizim rahibin hem de kızın bekâreti uçup gidiyor. Sonrası bu şeytan çıkarma işi kızın öyle hoşuna gidiyor ki, iki gece de bir “içime şeytan girdi diyerek” rahibin kapısına dayanıyor.
Neyse, kızın günleri doluyor ve evine geliyor. Annesi, kardeşleri, kuzenleri kızı soru yağmuruna tutuyorlar. “Neler öğrendin, neler yaptın?” diye. Kız saf saf, “Benim içime şeytan girmiş, bir rahip vardı onu çıkarıyordu en çok da bu hoşuma gidiyordu” demiş, Dinleyenler bize şu şeytan çıkarma işini bir anlat demişler, kız başlamış anlatmaya….
Sonu mu? Kızı hemen soylu ailenin ahırlarında çalışan genç bir oğlanla evlendirivermişler. Oğlana da şöyle demişler, “Kızımız içinden şeytan çıktığı için bakire değildir.”
Şimdi bir de aşağı yukarı aynı zamanlarda, papalığı ele geçiren İspanyol asıllı Borgialar döneminden bir gerçek hikâye. Papalığın kasasına para gerek ama sürekli vergiler halkı bezdirmiş durumda. Aklı fazlasıyla dalavereye eren biri çıkıp şunu teklif ediyor: “Roma yolu üstündeki bir mağaraya bir İsa portresi çizelim, ama bu İsa’nın gözlerinden kan aksın. Birden burası kutsal bir yer oluverir biz de girip dua etmek isteyenlerden çil çil para alırız.” “Tamam yap” demişler, adam bir mağara bulmuş, duvarın birine silik bir İsa portresi çizmiş, duvarın arkasına da tam İsa’nın gözlerine gelecek yere, tavuk kanı doldurmuş iki torba asmış, torbalarını dibini de usulca kesmiş. Kan da usul usul İsa’nın gözlerinden akmaya başlamış. “Ey ahali duyduk duymadık demeyin İşte İsa kan ağlıyor!..” Koşa koşa dua edenler sayesinde Papalığın kasası dolup taşmış.
Söylemem şudur ki, bütün dinler, buna Budizm de dahil, bir süre sonra iktidarların oyun alanı haline dönüşmüştür. Ne yazık ki bu böyle. Bu nedenle önemli bir toplumsal organizma olan din, merkezde değil merkez dışında varlık göstermelidir. Bütün mesele budur.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Başımız dönüyor... 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları