Işıl Özgentürk
Işıl Özgentürk isilozgenturk@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Ah kara cahil ben!..

21 Haziran 2015 Pazar

Efendim benim bu yüksek politika işlerine pek aklım ermiyor, gerçi HDP’nin yüzde 13 tutturacağını bildim ama o kadar işte! Arada bir aklım eriveriyor. Şimdilerde cahil bir vatandaş olarak, gerçekten olup biteni anlamakta güçlük çekiyorum. Kahvelere gidip kim ne söylüyor, dinlemeye çalışıyorum, yüksek politikanın dibine vuran köşe yazarlarını okuyorum. Ama aklım bir türlü, bu ülkeyi bugünkü karanlığa sürükleyen yolda önemli adımlar atmış bir kişiliğin aman da aman “demokrasi savunucusu “konumuna getirilmesini hiç anlamıyorum. Kimden söz ettiğimi anladınız sanıyorum. Çok uzun bir ömür sürmüş Demirel’den söz ediyorum. Nasıl oldu birdenbire herkes onu sevmeye başladı: “Ah şöyleydi, ah böyleydi, şöyle komik adamdı, şöyle müthiş bir hafızası vardı.” Doğrusu ben Demirel’in Yusuf, Hüseyin ve Deniz’in idamı için kahramanca el kaldırdığını anımsıyorum. Üç Türkiye yurttaşı çocuk yaşta idam edilecek diye mutluluktan uçacaktı.
Ne çabuk unutuldu Maraş kıyımı... Küçücük çocukların, kadınların acımasızca öldürüldüğü zamanda Demirel şöyle diyecekti: “Siz bırakın Maraş’ı, Fatsa’ya bakın!” Sivas’ta aydınlar yakılırken “münferit bir olay” diyen kim? Çorum olayları sırasında “Bana kimse sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz!” sözü kimin? Ve devletin başında olduğu zamanlarda sayıları tam bilinmeyen ama 360 kişi olarak ifade edilen faili meçhul ne olacak? Listeyi yapan kim?
Barajlar kralı mı? Yirmi yıllık ömrü olan barajlar için, -o zaman bu kadar çevre bilincimiz yoktu- kıyılan ağaçların, sular altında kalan ören yerlerinin sorumlusu kim? İmam hatiplerin ilk sinyalini kim çaktı? Onun zamanında grev yapan işçiler vatan haini olmadı mı?
Biz de bir inanış var “ölünün arkasından kötü konuşulmazmış,” ben bir ölünün arkasından konuşmuyorum, ölü canlı olduğunda da bunları söylemiştim, şimdi de söylerim. İnsanlar ölünce aziz olmuyor. Demirel’in benim kuşağıma ve benden sonraki kuşağa ve bu ülkeye yaptığı zulüm unutulur bir zulüm değildir. Daha beterini yaşamamız onun günahlarını affettirmez.
Ben cahil halimle böyle düşünüyorum, sanmayınız ki ülke ağlıyor, yas tutuyor. Kimsenin ağladığı -kendi köylüleri dışında- yok. Herkes ekmek parası derdinde, herkes “acaba emeklilere bu bayramda ikramiye verilecek mi”yi konuşuyor. Tatil yerleri ise bu yıl sinek avlıyor. En çok Rus turist alan Alanya’da bir arkadaşımın otelindeyim, otel yarı yarıya dolu, bu yıl açmamış, “astarı yüzünden pahalı olacak” diyen otel sayısı beklediğimden çok. “Neden bu böyle oldu” diyorum, “Bizim ki, Putini kızdırdı, Ukrayna’yı tuttu ya, Putin de halkına ‘Türkiye’ye gitmeyin’ dedi. Onlar da gelmediler.” Gerçekten geçen yıl bu zamanda cıvıl cıvıl güzel Rus kızlarıyla dolu caddeler şimdilerde bomboş.
Ah, gelelim başka bir anlama- Ah kara cahil ben!.. dığım meseleye: O da Abdullah Gül’ün kitabı. Geçenlerde televizyonda Mehmet Barlas’a rastgeldim. “Danışmanların kitap yazmaması gerekir” diyordu. Bu adam bazen tuhaf bir şekilde milletin hissiyatına tercüman oluyor. Ben de böyle düşünüyorum, adam sana güvenmiş, yanı başında tutmuş, tüm sırlarını paylaşmış; hop sen bir kitap yazıp hepsini deşifre ediyorsun. A evet, kitaba Abdullah Gül’ün hiçbir katkısı olmamış, yapmayın kimse dangalak değil. “Bu kitap Abdullah Gül’e sunulmadan, onun okumasından geçmeden mi piyasaya sürülmüş?” Güldürmeyin beni. 12 yıl boyunca noter kâtibi gibi önüne ne gelirse imzalayacaksın, en kritik zamanlarda susacaksın, sonra danışmanın seni demokrasi havarisi gibi gösteren bir kitap yazacak. Meselesi de tarihe not düşmek olacak. Bir bakıma bu kitabın ortaya çıkması iyi oldu. Böylece Abdullah Gül’ün ne yapması gerekirken ne yapmadığını öğrendik.
Yaşam çok tuhaf bir şey. Şimdi söyleyeceklerim hepimiz için geçerli. Öyle bir an, bir zaman olur ki bizi radikal bir karar vermeye zorlar, işte o an riskleri göze alamazsak tren çekip gider. Abdullah Gül’ün başına gelen de bu. Geçmiş olsun, neyse ki sıradan bir yurttaş olduktan sonra sekiz ay işgal ettiği Huber Köşkü’nden mahallenin itirazları üstüne taşındı.
Ben Abdullah Gül’ü hep şu fotoğrafla hatırlıyorum. Galiba Tunceli’de Abdullah Gül dağlara çıkmış ve bir çobanla konuşuyor... Bu fotoğrafı çok etkileyici bulmuş ki hemen internete koydu. Fotoğrafa baktım, o, o dağların ardında yaşanan trajedilerden habersiz görünüyordu. Ve bir de, madem Gezi olayları sırasında hükümetin tavrına karşıydı, ne olurdu Cumhurbaşkanı olarak Berkin’in ailesine bir başsağlığı dileyebilseydi. Yapmadı. Biri acılı anneyi yuhalattı, öteki sustu. Vay canına, ben de epey yüksek politika konuşmuşum. Şaşırdım herhalde, oysa bir emekli olarak en çok merak ettiğim husus, bayramda ikramiye var mı? Göreyim bakalım.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Başımız dönüyor... 10 Kasım 2024

Günün Köşe Yazıları