Hikmet Çetinkaya

Kanım Dondu...

20 Mayıs 2014 Salı

19 Mayıs 1919...
Başkaldırı ateşinin yakıldığı gündür...
Mustafa Kemal’in Samsun’a ayak bastığı gün...
Emperyalizme karşı bir halkın isyanıdır...
Egemen güçlere, padişaha başkaldıran Anadolu insanının başı dik, yürekli yürüyüşü.
Bu bir uzun yürüyüştü, sevdanın, tümlüğün, isyanın türküsüydü.
Dinsel bağnazlığın geçerli olduğu bir toplumun yeniden dirilişi, düşmanla işbirliği yapanlara karşı inen bir yumruğun ilk işaretiydi. Kimse umutlu değildi, bu ülkenin, emperyalist güçleri ve onların işbirlikçilerini Akdeniz’e dökeceğinden...
Mavi gözlü bir devden haberleri bile yoktu...
Bir sabah Samsun’a çıktı, işaret fişeğini verdi o sarışın ve mavi gözlü adam!
Ulusal Kurtuluş Savaşı başlamıştı!
Hiç kimse bilmiyordu o yumruğun nasıl atılacağını...
O yumruk markette atılan yumruk değildi...

***

19 Mayıs sabahında yazıyorum yazımı...
301 canımız, ciğerimizi yerin altından çıkarıp yine toprağın altına gömdük.
O acı, yüreğimizi dağladı! Yüreğimiz buruk, içimiz kan ağlıyor...
Bilmem baktınız mı o çocukların gözlerinin içine...
O yağmur bulutunu gördünüz mü gözlerinde!
Düşündünüz mü hiç onların geleceğini, o duygu selini, yalnızlığını...
O çocuk gözlerinde yaşanmış bir hayat vardı, kaygı vardı...
Onlar da 18 yaşına girdiğinde madene girecekler, orada ölümü göze alarak çalışacaklardı...
Birileri dün 19 Mayıs’ın hüznüne karşın, Somali’de yaptıkları yolları, kimi ülkelere gönderdikleri gıda yardımını anlatırken, ben Somalı çocukları da düşünüyordum.
Tüm dünya çocuklarını...
Irak’tan Somali’ye; Suriye’den Afganistan’a kadar...

***

Şeriatçı terör örgütü tarafından kaçırılan, laik eğitim gören kız öğrencileri...
Anaların, babaların, o ailelerin acılarını, gözyaşlarını...
Somali uzaklardaydı ama Soma yakında...
Benim doğup büyüdüğüm coğrafyada.
Kozak Yaylası bir adım ötede, Kaz Dağları yakınında.
Tütün, üzüm, pamuk, zeytin...
Bakırçay Ovası, çam ağaçları, delik deşik edilmiş Kozak, Kaz Dağları...
Kökünden kesilen çamfıstığı ağaçları, yağma, talan düzeni...
Savaştepe, Kırkağaç, Kınık...
Dağ köyleri...
Ölümü göze alarak madene gireceksin, çalışacaksın boğaz tokluğuna.
Mustafa Kemal ve arkadaşları...
Laik demokratik Cumhuriyete düşman olan, gerici-faşist iktidarları görmeyip, İngilizlerin mandası olmayı yeğleyenler günümüzde de ne yazık ki var...
Yine günümüzde “şeriat düzeni”ni savunan, “sivil faşizmin” özlemini çekenler de var...
Soma’da TOMA’ya sarılanlar, yaftalamayı marifet sayanlar şimdilerde gazetecileri hedefe koyuyorlar.

***

Ve dün sabah Başbakan Erdoğan’ı dinledim televizyondan...
Başbakan, Soma’daki yaraları sardıklarını söyledi...
Kendisine “Somali’yi bırak Soma’ya bak” diyenlere kancayı takmıştı, kızmıştı...
Erdoğan, Van depremi ve Gediz depremi gibi facialardan başarıyla çıktığını anımsatıp, “havuz medyası”nın dört gündür yaptığı yayınlara katılarak Aydın Doğan’a seslendi:
“Yılmaz Özdil’i kov!” Ben Aydın Doğan olsaydım şu yanıtı verirdim Başbakan’a:
“Hürriyet’in patronu benim, siz bana emir veremezsiniz, kovmuyorum...”
Bu arada Türkiye Gazeteciler Cemiyeti, sendikalar ve demokratik kitle örgütlerinden bir tepki yoktu!..
Neden, niçin?

***

19 Mayıs 1919’dan 19 Mayıs 2014’e dek geçen süreç 95 yıl...
Ülke softalara, yalakalara, düzenbazlara, havuzculara, sahtekârlara kaldı...
Gözünüzün içine baka baka demokrasi ve özgürlük masalları anlatanlara.
Yılmaz Özdil’in dediği gibi, Egeliler zeybek oynarken diz çöker sadece...
Bir emekçinin oğludur Yılmaz, öyle kolay kolay diz çöktüremezsiniz...
Benim, Yılmaz’ın, daha pek çok arkadaşımız vardır diz çökmeyen, dik duran, “gelen ağam giden paşam” demeyen...
Aramızda bazı “keneler” olsa da sayıları azdır!
Bir başbakan, medya patronuna “kov onu” diyor, ardından acıdan, emekten söz ediyor...
Kanım dondu kanım!   



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Aşklar ve sevinçler... 9 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları