Güray Öz
Güray Öz guray@cumhuriyet.com.tr Son Yazısı / Tüm Yazıları

Dokunsak Dökülür Aynanın Sırrı

12 Haziran 2016 Pazar

İnsanların, ikizlerinin bile karakterleri farklıdır. Derler ki, güneşin az ısıttığı, çok yaktığı yerlerde yaşayan ulusların, halkların karakterleri de birbirine bezemez. Farklıyız birbirimizden. Kadınlar cesaretle hak hukuk peşine düşerken erkek biraz geride duruyor sanki. Ve nihayet hepimiz “ben”den “bencil”e hızla geçiyor; kılığımızı, göbeğimizi, sert bakışlarımızı “üstünlüğümüzün” işareti yapmayı çok seviyoruz. Sık sık ve zevkle kulladığımız cümle “Sen benim kim olduğumu biliyor musun?” cümlesidir.

***

Yoksula hor bakarken, mülteciyi yerin dibine gömerken, zengine, güç sahibine yaltaklanırken beynimizin kılcal damarlarında hızla dolaşıp duran öfke, sevecenlik, gerçeğin peşine düşme derdindeki merak oralarda bir yerden bizi gözetliyor. Aynanın içinde biz bize bakıyoruz: Farklıyız biz; herkesten “üstünüz.” Öyle olsun istiyoruz. Ayna bize hep “sen, sen, sen” diye ses veriyor; konuşurken, yazarken kulağımıza hep bizi gönendiren o ses çalınıyor. Yıkıldığımız, gerçeği çırılçıplak gördüğümüz, yapayalnız kaldığımız berbat gecelerde ise korku panik atağa karışıyor. Yine de kendimizi değil, aynayı kıracağız. Yere düşen, arkası sırlı aynayla birlikte suretimiz bin parçaya bölünecek.

***

Uluslara, kalabalıklara hükmeden “führerler” de ait oldukları uluslara benzermiş. Guatemalalı yazar Miguel Angel Asturias, “Sayın Başkan” adlı ünlü eserinin sunuşunda şöyle diyor: “Güney Amerikalı diktatör prototipini çizdiğim Sayın Başkan romanımı ele alalım. Orada çizilen, tüm Latin Amerika ülkelerinde rastlanan diktatör tipidir. Bu Hitler’ler, Mussolini’ler gibi reklam düşkünü olmayan, aksine loşluğu seven, ortalarda görünmeyen bir diktatördür. Halk onu hiç görmez, ama aynı doğa güçleri gibi acımasız varlığını her zaman üzerinde hisseder.” (Sayın Başkan, s.15, Yordam Edebiyat) Gerçekten de Avrupa ülkelerinin diktatörleri şatafata, reklama, yalanın sürekli tekrarına güvenir, yalanı “gerçeğe” dönüştürmenin yolunun bu olduğuna inanırlar. İnsanı küçülten devasa yapıları, gösterişli törenleri, bağırarak konuşmayı severler.

***

Doğu’nun despotları daha değişiktir. Belki onların farkı, halkın baskıya boyun eğmesini, rızasını daha kolay teslim etmesini sağlayan, kuşaktan kuşağa aktarılmış ideolojik bir mirasa sahip olmalarındandır. Bizimkiler ise hem Batılı hem Doğulu olmanın zevkini sürüyorlar. Baskının, kurgunun gücüne, miras kalmış akıldışı ideolojinin terörünü ustaca eklemeyi öğrendiler. Ama yine de her şey bizden başlamıyor mu? Başladığı yerde bitecekse eğer, Karadeniz’de isyan yeşilin çığlığına, Güneydoğu’da kasabaların yıkıntılarına karışmayacak mı? Okullarında gerçeği fark eden delikanlı erkek ve kızların yüzlerini gerçeğe, sırtlarını çıplak kralın adamlarına dönmesiyle birleşmeyecek mi?

***

Peki, fabrikalarda henüz farkına varmadıkları karakterleri tıpkı kitabın yazdığı gibi şekillenmiş işçilerin “artık yeter” homurtusuna karışırsa bu itirazlar, orada burada kendine uygun bir tarz, bir yol, bir yöntem bulursa, insanda başlayıp insanda biten kavga, güçlerine güvenenlerin hayalini tüketmez, ışıklarını söndürmez mi?
Bunu henüz bilmiyoruz. Aynaya bakıyoruz; dokunsak dökülüverecek sanki sırrı aynanın.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Sondan Bir Önceki 7 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları