Feyzi Açıkalın

Peri Bacaları’ndakini yıkarak sorun çözüldü mü?

15 Şubat 2019 Cuma

 

Türkiye’de “özgün” kelimesini en iyi betimleyen karşılığın; peri bacaları, mağaraları, kiliseleri ve de insanıyla Kapadokya bölgesi olduğuna inanırım.

Böylesi benzersiz bir coğrafyanın, ülkenin “topyekün yok edilmesi” sürecinde dokunulmazlığı olduğunu zannederdim. Ta ki, peri bacalarının yanındaki otel inşaatını görünceye dek…

Sonuçta, sosyal medyanın gücüyle bina bir günde yerle bir edildi. Hem de Göreme Belediye Başkanı’nın, inşaatın yasal olduğunu belirtmesine karşın.

Kadim Kapadokya’nın demeç vermeye alışık olmayan her insanı gibi, belediye başkanı da sözü edilen imar izninin Anıtlar Kurulu’nun oluruyla alındığını ekrana yansıtamamıştı. Böylece, “İzini ben verdim, n’olucak?” pozisyonuna düştü.

Bina nasıl yasal olmuştu? Dünya harikası ve UNESCO Dünya Miras Alanı olan Kapadokya, doğaldır ki sit alanı olarak çeşitli derecelere ayrılmıştı. Adı geçen inşaat, 3. derece ilan edilen bir geçiş alanında olmalıydı.

Çünkü 1. derecedeki alana, 658 sayılı karar gereği asla inşaat yapılamazdı. Derecelendirmelerin hepsi birer sınırı belirlerdi. Söz konusu otel inşaatının olduğu sit alanını belirleyen plancılar silüeti etkilemeyecek, hedef noktasını koruyacak şekilde çalışmış olmalıydılar.

Ama olmamıştı. Dünyanın göz bebeği doğal yapıların hemen yakınında, Koruma Amaçlı İmar Planı’na göre imar izni alınmıştı. Vatandaş talep etmiş, otorite vermişti.

Aslında görülen, buzdağının su üstünde kalan kısmıydı. Kapadokya bölgesinin neredeyse her yerinde, aynı ülkenin bütününde görüldüğü gibi kaçak yapılaşma sürmekteydi.

Örneğin, Kızılçukur Vadisi’ndeki bir kokoreççi karavanı kısa sürede bir işletmeye dönüşmüş, sonrasında da mükellef bir kahvaltı salonu olarak hizmet vermeye başlamıştı.

Vadideki üzüm bağına kümes ve çit yapan vatandaş, göz açıp kapayıncaya kadar o yapıyı tam teşekküllü bir hayvan barınağına dönüştürüyordu.

İmar Barışı sonrasında ise yöntemler değişti. Mobil konteynerinin önüne çadır şeklinde gölgelik açarak satış yapan bölge insanı, bu yapıyla imar barışına baş vuruyordu. Hava görüntüsüyle saptama yapılan yöntemde, aynı bir çatılı ev gibi görünen konteynerin evrakı kabul ediliyordu.

Ülkenin özellikle kırsalındaki yaylaların, meraların, barajların, su havzalarının, kıyı bandının İmar Barışı ile mahvedildiği bilinmez bir gerçek değildi. Örneğin, aynı Karadeniz ve Akdeniz yaylalarında olduğu gibi, Ege kıyılarında da, alçı tavan yapmada kullanılan kartonumsu malzeme ile maket villalar yapılıp, İmar Barışı’na sokuluyordu. Yapı Kayıt Belgesi alındıktan sonra ise iç kısımlar gaz beton ile örülerek gerçek binaya dönüştürülüyordu.

Siyasi iktidarın seçim kazanmak için uzun süreden beri rezervde tuttuğu İmar Barışı, sözde masum bir amaçla hizmete sunulmuştu. İmar Barışı önceden yapılmış, belediyenin bir şekilde yıkamadığı, komşuları ile itilafsız olduğu için şikayet almayan binaları sistem içine dahil etmek için uygulanmıştı.

Ama bu uygulama, bulunduğu coğrafyayı hak etmeyen Anadolu insanının cesaretini artırmış, aleni olarak yasayı delmeye çalışmıştı. Barış evrakında, inşaatın yıkılmasını gerektirdiği kısmıyla ilgili aktif bir çözüm şu ana kadar üretilmediği için şansını sonuna kadar deneyecekti.

Soru dönüp dolaşıp şu noktaya geliyordu: “Yumurta mı civcivden, civciv mi yumurtadan çıkıyor?” du. Yani, “ülkeyi her anlamda talan eden siyasi iktidar mı Anadolu insanını bu denli talepkar, yasayı zorlayıcı yapmıştı?”, yoksa “bu iktidar, zaten var olan yaşam tarzının bir yansıması olarak mı vücut bulmuştu?”.

İktidarın seçim öncesindeki göstermelik yıkımları bir “dostlar alışverişte görsün” kandırmacası değil miydi?

 

 

 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları