Feyzi Açıkalın

Başınız sağolsun. Pardon hangisi?

17 Kasım 2020 Salı

Alışveriş için girdiğim dükkan sahibi sahte bir sırıtma ile başsağlığı diledi. Yüz kasları ile ağzından çıkan sözlerin arasındaki uyumsuzluğa aşina olmasam, alay ediyor zannedecektim.   

Ona yanıt olarak istemsizce, “Hangisi?” demişim… Haklıydım, son bir haftada o kadar çok sevdiğimi, o denli yakın hissettiğim insanı COVID-19 nedeniyle kaybetmiştim ki, doğal nedenle ölen komşumuzdan bahsettiğini bile anlayamamıştım.

Sahi, hangisiydi? Çocukluğumu, ilk gençliğimi paylaştığım, ailemden çok beraber olduğum lise arkadaşım mı? Biyoloji dersinde, erkeklerin o kaçınılmaz sonu olan prostat büyümesinden etkilenip doktor olan yakışıklıyı mı söylemişti? 

Hani şu, COVID-19’un bir meslek hastalığı olmadığı konusunda direten sağlık bakanlığının görmezden geldiği üroloji uzmanını mı? Buna rağmen son ana kadar hastalarıyla birlikte olan ve kaybettiğimiz arkadaşımızı?

Yoksa, dün kaybettiğim dişhekimliği sınıf arkadaşımı biliyor muydu? Geçindirmek zorunda olduğu bir ailesi için, bulaşma riski en fazla olan mesleğini yapmak zorunda kalarak, bile bile ölüme giden arkadaşımı?

Eğer saydıklarımı bilmiyorsa, şehrimizdeki en sevilen eğitimci, politikacı insanın kaybından etkilenmiştir diye düşünmüştüm bir an. Kötüleştiği haberlerini aldığımızda, o kaçınılmaz sona kendimizi alıştırmayı öğrendiğimiz değerli öğretmenimizin.

Artık kayıplarımızı taziye mesajları üstünden, eğer biraz daha ünlüyse medya haberleri ile öğrenir olmuştuk. Ülkenin bölünmüşlüğü ölüm haberlerinin veriliş şekline de yansıyordu.

Misal, timsah göz yaşı dökmekte olduğunu artık satır aralarında bile gizlemeye gerek duymayan yerel basın, ölen kişiyi insani değerleri ile değil, üyesi olduğu karşıt siyasi parti ile eşleştirerek anons ediyordu.

Bir diğeri, eğer kişi hastalıktan kurtulmuş ise, “kefeni yırttı” basitliğindeki ve saklanamaz nefretin dile getirildiği kelimelerle manşete çekiyordu.

Küresel salgının ilk günlerinde fütüristler gelecek için “fütursuzca” üfürmüşlerdi. Ama ölümü ve üstümüzde bırakacağı etkilerini bilemediler. Belki de biliyorlardı da, söylemek istemediler.

Hiç ummuyorduk ölümün böylesine sıradanlaşacağını. Mecalimiz, belli aralıklarla gelen kayıpların ardından yas tutmaya göre ayarlanmıştı. Artık bu yoğunluğu kaldıramaz olduk. 

Birden ölümü sorgulamaya başladık. Bu denli kolay mı olmalıydı? Daha, bir bedel ödemeden, hukuk terazisinde tartılmadan, ahir zaman sırat köprüsünden geçmeden ya da bir kutlama yapmadan nereye gidiyorduk? 

Eğer gidilen yerden bu taraf bir iletişim yoksa, neye yarayacaktı yakılan ağıtlar? Ne derece hazırlık yapmıştı gidenler? Bizler arkamızda kayda değer neler bırakmalıydık? Ya da, değer miydi böyle bir çabaya?

Yoksa, COVID-19 belasından bir iyimser bakış açısı üretebilir miydik? Kaybettiklerimiz yoğunlaştıkça değer bilme duygularımız mı öne çıkacaktı? Sevdiklerimize daha çok sarılacak, şu üç kuruşluk fani dünyada birbirimize zulüm etmenin anlamsızlığı anlıyor mu olacaktık?



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları