Erinç Yeldan

Yeni Türkiye’de Spekülasyon - Yönlü Büyüme

17 Eylül 2014 Çarşamba

İktisat yazını yirminci yüzyılın ikinci yarısında bir dizi almaşık kalkınma modeli geliştirdi. Bunların en önemlisi 60’lı ve 70’li yılların ithal ikameci sanayileşme modeli idi. Bunu 1980’lerde Kore’nin başarılı sanayileşme modeline öykünerek geliştirilen ihracata yönelik büyüme önerileri izledi.
Yeni Türkiye’nin “kalkınma” (!) modeli ise 1990’lı yıllarda altyapısının hazırlanmasına karşın 1994 ve 2001 krizleriyle sekteye uğramış ve ancak AKP iktidarları altında ulusal ekonominin her köşe bucağına etkisini hissettirebilmiş bir tasarıma dayanmaktadır: Dış borçlanmaya dayalı, spekülatifyönlü büyüme.
Söz konusu modelin ana vurgusu spekülatif nitelikli yabancı sermaye girişlerinin özendirilmesi ve döviz bolluğuna dayalı bir ucuz ithalat cenneti yaratılarak, iç tüketimin genişletilmesidir. Yabancı sermaye girişlerini uyaran politika demeti, yüksek faizler, özelleştirme ve/veya imar rantları, veya siyasi ödünler biçiminde düzenlenebilirdi. 2003 sonrasının AKP iktidarları bu unsurların her birini farklı biçimlerde uygulamaya sokmuştur.
Bilindiği gibi spekülatif-yönlü büyüme tasarımının en tehlikeli yanı dış borçlanmaya dayanması ve cari işlemler dengesinde bozulmaya yol açmasıdır. Türkiye 2003 sonrasında giderek daha fazla cari işlemler açığı veren ve bu açığı giderek daha sağlıksız ve siyasi açıdan daha büyük ödünler vererek karşılayabilen kırılgan bir ekonomiye dönüştürülmüştür. Bu tespiti genelleştirmek için Türkiye ekonomisinde büyümenin 2003 sonrasındaki kaynaklarını irdeleyeceğiz. Aşağıdaki tabloda böylesi bir çalışmanın ana unsurlarını sunuyoruz.
Tablo 2003 sonrasını üç döneme ayırıyor: 2009 öncesi ve sonrası ve içinde bulunduğumuz yıl. Türkiye 2009 öncesinde yıllık ortalama yüzde 5.8; 2010-2013 arasında ise yüzde 4.9 büyüme göstermiş. 2014’ün mevcut büyüme oranı ise yüzde 2.1. Tablonun diğer satırları söz konusu büyümenin harcamalar yönünden nerelerden kaynaklandığını gösteriyor. Örneğin, 2003-2008 arasındaki yüzde 5.8’lik büyümenin yüzde 3.8’i özel tüketimden, 2.1 puanı ise yatırım harcamalarından kaynaklanmış. İhracat 1.7 puan getirir iken, ithalat sonucunda 2.3 puanlık kayıp söz konusu olmuş.
2010 sonrasında durum farklı değil, özel tüketim harcamaları gene başı çekiyor; ancak artık yatırımların ve net ihracatın katkısı giderek azalmış. Dönemin ortalama büyüme hızı düşme eğiliminde ve gerek özel tüketim, gerekse yatırım harcamalarının uyarıcı etkisi azalmakta. Dolayısıyla, “Yeni” Türkiye’nin devraldığı miras giderek daha fazla yükselen cari işlemler açığı olmuş. Öyle ki 2014’e gelindiğinde “Yeni” Türkiye daha fazla dış açık veren ve daha düşük hızda büyüyen bir “bağımlı ekonomiye” dönüşmüş durumda. 2014 ise yatırımların ve iç tüketim katkılarının artık söz konusu olmadığı ve ulusal ekonominin durgunluğa itildiği bir görünüm sergilemekte.
Bu koşullar altında ulusal ekonominin ana ikilemi ortaya dökülmüş durumda: Yabancı sermayeyi çekmek ve dış açığı finanse edebilmek için faizlerin yüksek; özel tüketim ve yatırım harcamalarını uyarmak için ise faizlerin düşük tutulması gerekli. Spekülatif-yönlü büyümenin aslında sürdürülebilir bir büyüme modeli olmadığının en net ifadesi.

Ekonominin dış kaynak girişine bağımlılığı sorunu ise en çarpıcı olarak “üretkenlik” kayıplarında kendini göstermektedir. Çok kaba, ancak doğrudan bir hesaplamayla, 2009 öncesi ile sonrasının Türkiyesi’nde işçi üretkenliğini karşılaştırır isek, 2003-2008 arasında çalışan başına üretilen reel ulusal gelirin (sabit 1998 fiyatlarıyla) 4.734 TL olduğunu ve bu rakamın 2010-2013 arasında sadece 0.3 büyüyerek 4.750 TL’ye yükseldiğini, 2014’ün ilk yarısı itibarıyla da 4.679 TL’ye gerilediğini görebiliriz. 
Bu satırlarda sıkça dile getirdiğimiz yorumumuz, Türkiye’nin mevcut durgunluk ve dış bağımlılık sorunlarının birdenbire oluşmadığı; sorunların yıllarca sürdürülen neoliberal, muhafazakâr ekonomi politikalarında yattığı yönündedir. Bu bakımdan 2014 sonrası “Yeni” Türkiye’nin iktisadi verileri, “dış kaynağa dayalı düşük hızlı spekülatif-yönlü büyüme” sorununun giderek daha da derinleşmekte olduğunu belgelemektedir. 

2023’te “fert başına 25 bin dolarlık bir Türkiye ile dünyanın en büyük on ekonomisi arasında olmak” mı? Biraz ciddiyet lütfen. 



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları