Yerel seçimler üzerine notlar

28 Mart 2024 Perşembe

Önümüzdeki yerel seçimler, tarihsel olarak (süreç olarak faşizm içinde) genel siyasi sonuçları açısından çok önemli bir konuma yükseldi. “Kimler kazanacak” sorusundan çok “Kimler kaybedecek” sorusu önem kazandı. Bu seçimlerin, Türkiye nüfusunun yüzde 30’dan fazlasını barındıran, Türkiye’nin toplam hasılasının yarısına yakınını üreten İstanbul (yüzde 30.4), Ankara (yüzde 9.2) ve İzmir (yüzde 6.4) kentlerindeki sonuçları hem iktidarın ve rejimin hem de muhalefetin geleceğini belirleyecek.

ÜÇ BÜYÜK KENT

Laik Cumhuriyetin yaşayabilmesi, demokratik bir olasılığın yeşerebilmesi için o üç büyük kentte AKP adaylarının kaybetmesi gerekiyor. AKP adayları kazanırsa büyük bir ekonomik kaynak ve kurumsal olanaklar rejimin kullanımına açılacak. Bu kaynaklar, olanaklar, rejimin yalnızca bu büyük kentlerde yaşayanları değil tüm ülkenin halkının toplumsal eğilimlerini etkileme kapasitesini aniden, hızla artıracak. Rejimin seçim kampanyası sürecine tüm lider kadrosuyla, en üst düzey bürokratlarıyla yoğun biçimde katılıyor olması bize bu gerçeğin ayırdında olduğunu gösteriyor. Bu gözleme, yargı ve güvenlik güçleri, hatta mali sistem üzerindeki etkisini de eklemek gerekir.

Eğer rejim bu yerel seçimlerde o üç kentin, hatta yalnızca İstanbul’un yerel yönetimini ele geçirebilirse ülke siyasetini yeniden şekillendirme “sürecinde” planladığı, Erdoğan’ın hayat boyu başkan kalmasına, siyasal İslamın etkisinin topluma (eğitim sistemine, sokaklara) ve devlete daha fazla nüfuz etmesine, yayılmasına olanak verecek bir “yeni anayasa”, bunlar için gereken erken seçimler, referandum gibi adımları kendi gücüne, muhalefetin iktidarsızlığına güveni daha da artmış olarak gündeme getirecektir. Kısacası yalnızca yerel yönetimler değil ülkenin “genel yönetimi” de sandıkta oylanacak!

Muhalefetin bu durumun bilincinde olarak bir birlik ya da en azından eşgüdüm içinde davranması beklenirdi, birbiriyle yarışması değil.

MUHALEFET ÜZERİNE DÜŞÜNCELER

Bir süredir CHP, bir “değişim” yaşadığını iddia ediyordu. Ancak seçim kampanyası bu iddiayı ne yazık ki doğrulamadı. CHP’nin iç karışıklıklarını seçim sürecine de yansıtması bir yana, bu seçimlerde de esas olarak AKP tabanından oy alma çabası, 15 yıllık seçim taktiğinin değişmediğini gösteriyor. Diğer bir deyişle, eski liderlik başta olsaydı izlemiş olacağı taktik yeni liderlik tarafından da tekrarlanıyordu. Peki değişim bunun neresindeydi?

Bir kez daha vurgulayalım, AKP tabanından oy alma çabası, bununla beraber gelen söylem ve kavramlar, siyasal İslamın gittikçe artan propaganda olanaklarının (özellikle TV dizileri) etkileri, cumhuriyetçi, seküler, laiklik yanlısı modern seçmenin yalnızca moralini bozmakla, özgüvenini zayıflatmakla kalmıyor, direnme kararlılığını, enerjisini de törpülüyor, siyasal İslamın dayattığı “değişimi” kerhen de olsa kabullenmesini kolaylaştırıyor.

AKP’nin oylarının gerilemekte olması, halkın yüzde 83’ünün ana sorun olarak ekonomiyi görmesi de kimseyi yanıltmamalı. Öncelikle, bu yüzde 83’ün sorunu değil, çözümü nerede ve kimde gördüğü önemlidir. Bu noktada güç sergilemek, güven vermek sonucu belirleyecektir. AKP, bu durumu görüyor ve devletin tüm kurumlarını, “devletin ideolojik aygıtlarını”, kültür endüstrisini, mali kaynakları seferber ederek seçimleri, o üç kentte ne pahasına olursa olsun kazanmaya kararlı görünüyor.

Solun seçim kampanyası boyunca hareket kabiliyetini görece artırmış görünmesi de kimseyi yanıltmamalıdır. Bu seçimlerde muhalefet ne kadar parçalı ve kendi içinde rekabet ediyor olursa, rejimin adaylarının kazanma şansı o kadar artacaktı. Sol, seçimlere, en azından Syriza, Podemos gibi bileşimler yaratarak (onların hatalarını tekrarlaması gerekmiyor) girene kadar da bu durum değişmeyecektir. Diğer taraftan, bu özgür ve adil olmayan seçimlerin sonuçlarına bakarak solun gücünü ölçmeye, bundan sonuçlar çıkartmaya çalışmak da yanlış olacaktır. Bir taraftan, normal bir seçimler ortamında solun oy potansiyeli hızla artabilecektir. Diğer taraftan rejim bu seçimlerde amacına ulaşabilir ve “süreci” daha da hızlandırırsa, solun bırakın gerçek oy potansiyeline ulaşmasını, yaşam alanlarının ortadan kalkması bile gündeme gelebilecektir.

“Kimler kazanacak” sorusundan çok “Kimler kaybedecek” sorusu önem kazandı.  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları