Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Siyasal İslamda arzu ve korku

28 Aralık 2020 Pazartesi

Biri, “Seçimleri kazansanız da iktidar size verilmeyecek” dedi, “rejimin” gerçeğini ortaya koydu. Bir diğeri de “hayatın bütün alanlarına müdahale etmek” istediklerini itiraf etti. Bu açık sözlülüğü, gittikçe artan bir özgüvene mi borçluyuz? Sanmıyorum.

Korku gittikçe koyulaşıyor

18 yıldır iktidardalar ama hâlâ inanamıyorlar. Modern Türkiye’nin yaşamında anakronik bir sapma olduklarını, türlü “parantezi kapıyoruz” hikâyeleri anlatsalar da aslında kalıcı olamayacaklarını ruhlarının derinliğinde hissediyorlar. Kavrayamamakta zorlandıkları bir geçekliğin içinde, zamanın kendilerinden yana akmadığını seziyorlar; korkuları paniğe dönüşüyor.

Seçimlerle ilgili sözler önemsiz. Çünkü zaten son on yılda en az iki kez seçimleri çaldılar. Burada, bir İslamcı “memurun” malumu ilam etmesinden öte bir durum yok.

Ancak Siyasal İslamın önde gelen entelektüellerinden birinin yükselmekte olan bir “deizm” eğilimine işaret eden, “Gelen dalga hepimizi silip süpürebilir” ifadelerinin, özellikle de “Türkçe” alerjisinin üzerinde durmaya değer.

‘Deizm dalgası’ mı dediniz?

Bir psikanalist, hastasını dinlerken sık sık şöyle düşünür: “Bunu söylüyor ama aslında ne söylemek istiyor?” Söz konusu yazarın “deizm dalgası korkusu” da böyle sorgulanabilir. “Ateizmden, komünizmden değil de deizm dalgasından korkuyorsunuz. Siz aslında neden korkuyorsunuz? Bu korkunun, ‘dinden uzaklaşıyorlar’ derken kastettiğiniz şeyle bir ilgisi olabilir mi?”

Burada analiz konusu hastamız (pardon yazarımız diyecektim) “deizmden” dem vururken, aslında, kendisinin anladığı biçimiyle gerçekleştirmeye çalıştığı, “hayatın her alanına müdahale eden, her alanında görünür olmaya niyetli” bir “dinden”, gençlerin uzaklaşmakta olduklarından yakınıyor.

Bu uzaklaşma eğiliminin arkasında iki neden olduğu kolaylıkla söylenebilir. Birincisi, bu dini sıradan insanların, gençlerin kendi kendilerine öğrenme şansları esas olarak yok. Çünkü bu dinin ana metinleri, sıradan insanların, gençlerin içine doğdukları dünyanın dilinden farklı bir dildendir. O zaman insanlar ister istemez, bu dini kaynak dilinden okuma ayrıcalığına sahip bir entelijansiyanın yorumlarına, bu dinin bilgisi üzerindeki tekelci denetimine bağımlı kalıyorlar. Dinden uzaklaşma olarak algılanan “deizm”, bu entelijansiyanın yorumlarından, bireyle tanrısı arasına girme ısrarlarından kurtulma çabası olarak da okunabilir; her durumda Müslümanlıktan uzaklaşma anlamına gelmeyebilir.

İkincisi, bugün kapitalist toplumun içinde haklar ve özgürlükler, adalet, baskı, sömürü sorunlarını yaygın biçimde konuşacak bir dil, “süreç olarak dinci faşizme karşın”, teknolojik olanakların da katkısıyla hâlâ kullanıma açıktır. Bu dili kullanmakta olan gençler (genel olarak bireyler) bir süre sonra, “dini yorumlama ayrıcalıklarından” beslenen, hayatın her alanını kontrol etmeyi arzulayan, bunu başardıkça ekonomik artıktan daha fazla pay alabilen, eleştirel aklın “lengüistik”(dilsel) araçlarını bastıran, farklı sesleri susturan bir İslamcı egemen sınıfın varlığının, onun totaliter rejim arzusunun ayırdına varmaya başlıyorlar. Dinden uzaklaşma ve “deizm”, aslında bu “kendini dinin yorumcusu olarak atamış” entelijansiyanın egemenliğinden, baskısından kaçma çabasıdır.

Yazarımız, “Gelen dalga hepimizi silip süpürebilir” derken, aslında üzerine gelmekte olan bir dalgadan değil, “biz” dediği şeyin etkisinden uzaklaşmakta olan bir dalgadan söz ediyor. “Biz” ifadesiyle, ait olduğu sınıfı uyarıyor: “Onlar bizden uzaklaştıkça, din bilgisi üzerindeki tekelimiz kaybolur, ekonomik kaynaklarımız kurur, ayaklarımızın altındaki zemin erir, tarih bizi silip süpürür.

Türkçe alerjisi de bundandır. “Harf ve kıyafet devrimleri”, bu entelijansiyayı en önemli iki simgesel üretim aracından mahrum bırakmıştı. Bu araçlardan biri (eski alfabe), “bilgi tekelini” üretiyordu, öbürü de toplum içindeki ayrıcalıklı statülerini. Şimdi ellerinde Arapça bir “Kutsal Kitap”ın içindekileri yorumlama tekeli kaldı. Yaşamları artık bu tekeli korumaya indekslidir. Ve ekonomik siyasi iktidarlarının yumuşak karnı da burasıdır. “İnançlar, değerler ve kültür alanı içine çekilmeme” arzusu da (her şey bu alanın içine girdiğinden) ne yazık ki, bu “yumuşak karnı” gizleyen bir fantezi olmaktadır.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları