Ergin Yıldızoğlu
Ergin Yıldızoğlu ergin.yildizoglu@gmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Afganistan’da ne oldu-III?

06 Eylül 2021 Pazartesi

“ABD yenildi, Taliban emperyalizme karşı zafer kazandı”. Ancak olanları “büyük güçler arası rekabet” bağlamında ve “jeopolitik”, “emperyalizm” teorilerinin araçlarıyla değerlendirmeye başladığımızda, “yenilgi” ve “zafer” ilk anda görüldüklerinden başka anlamlar kazanmaya başlayabiliyor.

BİR MADALYONUN İKİ YÜZÜ

 “Jeopolitik” teorileri, coğrafyaların edinilmesinin, yıkılmasının, denetlenmesinin ve yönetilmesinin siyasi sorunlarına ilişkindir. Kapitalist üretim tarzı söz konusu olduğunda da “jeopolitik”, bu coğrafyaların egemen sermaye birikim rejimlerinin gereksinimlerine göre, ekonomik, yasal ve kültürel/psikolojik olarak düzenlenmesinin sorunlarını da içerecektir. Kısacası “jeopolitik”, coğrafyaları edinen, yıkan, denetleyen, düzenleyen, kullanan sınıfların, devletlerin, bunlar arasındaki hegemonya rekabetlerinin gereksinimlerine, sorunlarına göre şekillenen bir teorik çalışma alanı oluşturur.

Emperyalizm ise edinilen, denetlenen, yeniden düzenlenen (düzenlenirken yıkılan) coğrafyalarda yaşayan halkların bu süreçleri anlama, direnme çabalarıyla ilgili teorilerin alanına aittir. Kapitalist emperyalizmin teorileri, bu coğrafyaları edinen, yıkan, düzenleyen sermaye ilişkisine, bunu getiren güçlere, bu ilişkiyi söz konusu mekânların içinde üreten sınıfların iktidarına, kültürüne direnmenin teorileridir.

Bu madalyonun iki yüzünü birden düşününce de jeopolitik ve emperyalizm teorilerinin ilgi alanının tek tek ülkelerin coğrafyalarıyla sınırlanamayacağı, tüm kapitalist “dünya sistemi” ölçeğini kapsamaları gerektiği kolaylıkla söylenebilir. Bu bağlamda, bir hegemonyacı “büyük güç” olarak ABD’nin Afganistan’dan çıkışı, yerel güçlerin direnişinin ötesinde, onunla gerçek ve potansiyel rakipleri arasında, “dünya sistemi” coğrafyası ölçeğinde, rekabet ve dengelerdeki olası değişiklikler bağlamında değerlendirilmelidir.

MAHAN VE MACKİNDER

ABD, Afganistan’dan aniden ve salt oradaki direnişin basıncıyla çıkmadı. ABD, G.W. Bush’un II. başkanlık döneminde, Ortadoğu ve Orta Asya merkezli bir “imparatorluk” (rıza almaya ve liderliğe değil, şiddete, dayatmaya öncelik veren, bunu da Büyük Ortadoğu coğrafyasında kanıtlamayı amaçlayan) projesinden uzaklaşmaya, yeniden, hegemonya restorasyonu arayışına geri dönmeye başlamıştı. Bu, Obama döneminde, önceliğin, Avrupa ve Büyük Ortadoğu’dan Hint-Pasifik Havzası’na doğru kaymasıyla devam etti. Şimdi, ABD yönetimi, Çin’i, stratejik rakip ve tehdit olarak görüyordu. 

Denebilir ki ABD bir taraftan, Avrupa jeopolitik düşüncesinin kurucusu, MacKinder’in (1904) “Avrasya kütlesini kontrol eden dünyayı kontrol eder” tezinden esinlenen Brzezinski’nin “Büyük satranç tahtasını” terk ediyor, buna karşılık, kendi jeopolitik geleneğinin kurucusu Amiral Mahan’ın (1890 ve 1892) “denizleri ve deniz ticaret yollarını kontrol edenler dünyayı kontrol edebilirler” tezine ağırlık vermeye başlıyordu. Mahan’ın savının oluşmasında, ABD’nin her iki tarafı okyanuslara dayanan, adeta bir ada-kıtası gibi korunaklı olmasının önemli katkısı vardı. Diğer taraftan, ABD’nin, Libya’nın yıkılması sırasında “arkadan destekleyerek liderlik etmek” gibi ilk anda çelişkili bir politikayı benimsemesi, hegemonya restorasyonu projesinden uzaklaşarak, önceki yazımda değindiğim “ekolojik üstünlüğünü” koruma çabası olarak tanımlanabilecek bir politikayı benimsemeye başladığını düşündürüyordu. Trump ve Biden yönetimlerinin, Afganistan ve Çin politikaları bu yeni yönelimle her iki açıdan da uyumluydu.

Buna karşılık Çin, ABD’nin denizlerdeki hâkimiyetini dengeleyecek kaynaklara henüz sahip olmadığından, belki de kaçınılmaz olarak MacKinder’in savını uyguluyor, kendi hegemonya projesini Avrasya kütlesinde, “Yol ve Kuşak” projesiyle ekonomik ve diplomatik hatta askeri varlığını artırarak, o coğrafyada liderlik, kaynak ve model sunarak inşa etmeye öncelik veriyordu. 

Bu resmin içinde ABD’nin Afganistan’a giriş ve çıkışını, insanların yaşamlarını, kaynakları hiç acımadan harcayan bir politika değişikliği olarak görmek daha gerçekçi olacaktır. Romalı tarihçi, Tacitus’un, “Yakıp yıkarlar, adına barış derler” sözünü anımsamamak elde değil!



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları