Enver Aysever

Musa Kart’ın anlattıkları

19 Eylül 2019 Perşembe

Ayşenur Arslan’ın “Medya Mahallesi”nde izledim, dede Musa Kart’ın anlattıklarını. Kendine en büyük hakaret saydığı “sağ terör örgüt üyesi” olma sürecinden söz açtı önce. Yaşamını demokrasi, insan hak ve özgürlükleri, hukuk uğruna adayan sanatçı, devlet tarafından böyle damgalanmış. Sonra, neden mahpus olduğunu anlayamayacak torunu için, dünyanın en güzel yalanlarından birini uydurmuşlar: “Dede fabrikada çalışıyor.” Kart, bize sarsıcı “Hayat Güzeldir” filmini anımsatıyor. Nazi toplama kamplarında her şeyi oyuna çeviren o güzel babayı anımsarsınız, sonu hazindir filmin. Ha bir de, “Baba Okulu”na giden gazeteci mahpuslar var. Davanın görüleceği adalet sarayına giderken, ısrarla, memleketten söz açan aydınlar onlar. Bu utanç kime aittir?
Musa Kart’ı çok iyi tanırım. Hiç yüz yüze görmedim, ama şairi, çizeri, düşün insanını tanımak demek, yapıtını izlemek, takip etmek anlamına gelir. Mahpus çıkışı: “Mizah duygusunu kaybetmiş ülkede yaşamak çok güç. Ama her şeyin mizah olduğu bir ülkede yaşamak daha güç” dedi. Tatlı tatlı, gülümseyerek anlatıyor başlarına geleni. Hayrete düşüyor, öfkeleniyor ve siz de gülüyorsunuz. Tam da yaşadığımız günlerin özeti bu. Memleketimin aydın serüveninin en kısa yoldan dillenmesidir Kart’ın anlattıkları. AKP’li yıllar herkese, konumu oranında, bedel ödetti. Bazısı öldü. Doğrusu öldürüldü. Kimi mahpuslarda çürümeye terk edildi. İşinden olanları saymıyorum artık. Asıl bedeli çocuklar, torunlar ödeyecek. Gericilik son bulacak elbet, yeniden yurt kurmak o kadar kolay değil ama!
Yurdunu sevmekle, ırkını sevmek karışır bizde. Biri milliyetçiliktir, öteki yurtseverlik. Biri soy sopla ilgilidir, diğeri ortak kültürle. Biri kalkıp; “Atatürk de milliyetçiydi” demesin, tüylerim diken diken oluyor. Dağılan imparatorluktan ulus devlet kurulan tarihle, şimdi bir mi? O gün ilericiydi “milliyetçilik” tarifi, şimdi bunu öteye taşımak zorundayız. Kaldı ki “yurt” şu anda maalesef sınırları çizili ülkeler için kullanılan kavram. Biraz tepeden bakarsak dünya tüm canlıların yurdu değil mi? Kendimizi insanız diye niye özel sayalım? Dünya hayvanın, bitkinin de yurdu olarak görülemez mi?
Şimdilik memleketimizi yaşanılır kılmaya çalışıyoruz. Ancak küçülen dünyanın parçası olduğumuzu bilerek yapıyoruz bunu. Yazık ki sömürülen parçasıyız. Dünya kaynaklarından faydalanmak istiyoruz, katkı yapmıyoruz. Bu yüzden de kullanışlı sayılıyoruz. Ağırlıklı olarak İslam coğrafyası bu halde! Düşünmeyen, yaratmayan, üretmeyen acıklı haldeyiz. Her gün daha kötüye gidiyor, gidecek de! İlkel tartışmalarla avunuyoruz, ağzımıza “milliyetçilik”, “dincilik” sloganları verilmiş, kapitalizmin elinde oyuncak hale gelmişiz. Hakikat bu!
Ülke koca bir açık hava mahpushanesi aslında. Eğer düşünsel ölçünüz varsa, etik ve hatta estetik kaygılar güdüyorsanız soluk almak imkânsız. Gerici ayaklanmanın ne boyutta olduğunu, acı örneklerle günbegün yaşıyoruz. Özellikle eğitim sorunları öylesine birikmiş halde ki, müfredattan yurt sorununa dek, kökten ele alınmadıkça çözülmesi olanaklı değil. Hayıflanarak yol almak da söz konusu olmadığına göre, ne yapmalı?
Musa Kart güler yüzüyle “Tehlikenin farkında mısınız?” diyor. Günlük yaşamda tanış olduğum insanlar: “Bizden geçti, çocuklarımız için kaygılıyız” derler. Soluk aldığımız müddetçe kimseden geçmemiştir. Herkes sorumluluğunu taşımalıdır. Örgütlü olmak ilk koşul. Üstelik gevşek, ilkesiz örgütlerle bu işin olmayacağını bilmek gerek.
Çevre sorunlarını, hayvan hakları meselesini, göçmen sorununu “milliyetçi”, “dinci” dille, kapitalizm içinden çözmek mümkün değildir. Teşhis doğru olmazsa, tedavi mümkün mü? Aklıma gelmişken; Özal, Menderes, Demirel övgüsüne ara verip biraz işlerine baksa yeni seçilen siyasiler, liderler iyi olacak. RTE ile milliyetçilik, dincilik yarıştırarak kazanmak mümkün değildir. Kaldı ki, kazandığınızda neyi elde etmiş olursunuz bu yolla, o da ayrı tartışma konusu.



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

İflas 25 Mart 2021

Günün Köşe Yazıları