Deniz Kavukçuoğlu
Deniz Kavukçuoğlu den_kav43@hotmail.com Son Yazısı / Tüm Yazıları

Türkleştirme Uygulamaları (1)

27 Şubat 2013 Çarşamba

1924 yılından itibaren sırasıyla İçişleri, Milli Savunma, Milli Eğitim, yeniden İçişleri Bakanı ve 1946-1947 yıllarında başbakan olarak görev yapan Recep Peker, 1931-1936 yılları arasında CHP Genel Sekreterliği görevinde bulunmuştu. 1932 yılında faşizmi incelemek üzere İtalya’ya gitmiş, dönüşünde yazdığı ve Başvekil İsmet İnönü tarafından da onaylanarak imzalanan, TBMM üzerinde bir “Faşist Konsey” kurulmasını öngören raporu Cumhurbaşkanı Atatürk tarafından reddedilmişti.
Recep Peker’e göre, tüm
“hukuki ve siyasi haklar tüm ulus fertleri için geçerliydi”. Ancak farklı bir “etnik kökene sahip olanlar ya da olduklarını düşünenler ulusal topluluğa katılamazlar. Çünkü ulusal topluluğun tek bir etnik kökeni vardır; o da Türklüktür” diyordu. Dönemin anayasasındaki Türk ulusu kavramına da aykırı düşen bu “ırkçı” yaklaşım, “etno-kültürel çeşitliliğin” reddini de beraberinde getiriyor, farklı etnik aidiyetlerin meşruiyeti ve gerçekliği kabul edilmiyordu.
Nihayet insanlık tarihi XX. yüzyıla açılırken yeryüzünü kaplayan geniş Türk yığınlarının batı parçası, her yönden güçlü, zayıf ve karmakarışık hale gelmiş olan ve kendisini terkip eden cüzler arasında bir bağlılığı kalmayan Osmanlı İmparatorluğu’nun durgunluğu içinde uyuyordu. Bereket versin ki, en büyük imha vasıtaları ve en ezici hadiselerle bile bozulması mümkün olmayan tek bir şey, bütün gürültüler içinde temiz kalmıştı. Batı Türkleri bu çöküntü içinde, kanının arılığını korudu ve sakladı. Dünyaya kahramanlık örneği gösteren Osmanlı ordusunun yüksekliği, devlet idaresinin kötülüğüne rağmen, bu orduları yaratan asil Türk ulusunun kanındaki yücelikten ileri geliyordu.” (Recep Peker, İnkılap Dersleri, İletişim Yayınları, 1984, s.16)
Devletin karar verici konumundaki en güçlü üç kişisinden biri olan Recep Peker’in bu ırkçı anlayışının dönemin siyasal ve toplumsal yaşamına yansımaması düşünülemezdi, dolayısıyla ülkedeki farklı etnik kökenlerden gelen yurttaşların toplumda eşit bireyler olarak görülmemeleri doğaldı.
Mustafa Kemal önderliğindeki kurucu çekirdek kadro, Türkiye Cumhuriyeti topraklarında yaşayan farklı etnik kökenlerden Müslümanlar ile Müslüman olmayan halk topluluklarını Türk ulusal kimliği potasında eriterek onlardan birer eşit yurttaş yaratmayı amaçlıyordu. Bunun için herkesin Türk
“dilini”, “ülküsünü”, “kültürünü” benimsemesi gerekiyordu. Bir ulus-devletin kurulma koşullarında bunlar anlaşılabilir amaçlar ve isteklerdi.
Ne var ki Cumhuriyet beşinci yılını doldurmadan Müslüman olmayan azınlıklara karşı baskılar başladı. İlk baskı uygulaması kendini 13 Ocak 1928 günü yapılan İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi Talebe Cemiyeti yıllık kongresinde alınan
“Vatandaş Türkçe Konuş!” kampanyasıyla birlikte gösterdi.
CHP’nin bir yan kuruluşu olarak çalışan ve Türkiye genelinde örgütlenen Türk Ocakları’nın 1926 yılında yapılan üçüncü kongresinde ilk kez
“Türkçe konuşmayan azınlıklar” konusu gündeme gelmiş ve ertesi yılki kongrede de devam eden tartışmalar sonucunda 1928’de devletçe desteklenen “Vatandaş Türkçe Konuş!” kampanyası başlatılmıştı. Bu ilkel bir uygulamaydı; sokakta aralarında kendi dillerinde konuşan Yahudi, Ermeni, Rum yurttaşlarımız kabaca uyarılıyor, itiraz edenler aşağılanıyor, hakarete uğruyor, dövülüyordu, kimi zaman herhangi bir yabancı da bu kampanyadan nasibini alıyordu. (Cihad Baban, Ulus gazetesi, 4 Eylül 1960) Olaylar bu kampanya ile sınırlı kalmadı.
Ulus devletimizi diri, sağlam ayakta tutabilmek, aydınlık bir geleceğe götürebilmek için geçmişte
“ulus devlet” adına yapılan yanlışları bilmek durumundayız. Benzer yanlışları yinelememek için…
Sürdüreceğiz.

\n


Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları

Veda (28.09.2018) 28 Eylül 2018

Günün Köşe Yazıları