Mustafa Kemal’in ‘iddia oranı’ 1919’da kaç çıkabilirdi?

29 Ekim 2020 Perşembe

İnsan denilen canlının bir beyni var. Her beynin de bir kapasitesi. Steve Jobs’un, Einstein’ın, Leonardo’nun beyni ile olağan faninin beyni bir değil. Bunu hepimiz biliyoruz. Savaşta da siyasette de durum farklı değildir. Devlet adamı vardır, başkan vardır, önder vardır ya da başkancık, öndercik vardır. Beynin kapasiteleri öyle kas gücü gibi geliştirilemez. Olsa olsa zamane hapları ile hafızanızın güçlendirildiğine veya bazı oyunlarla beyin hücrelerinizin canlı kaldığına inanırsınız, inandırılırsınız. Geçmişte Büyük İskender, Cengiz Han, Fatih Sultan Mehmet ya da Gandhi, Castro, Kennedy gibi beyinler tarihe damga vurmuşlardır.

Atatürk’ün sekiz katmanlı olağandışı beyni

Bizim önderimize gelince, devrimci kimliğiyle ve sekiz ayrı katmanla çalışan beyniyle, nasıl birbirinden o kadar farklı alanlarda ancak Leonardo da Vinci ile kıyaslanabilir bir ruh olarak faaliyet gösterebildiği, normal insanların kolay kolay algılayabileceği bir durum değil! Yalnız yurdunun topraklarının müdafaasında kullandığı “savaş sanatı” ve taktikleri, sanat algısı, felsefe ve tarih ile ilişkisi, çağdaş yaşam tarzına olan tutkusu ve modernizmin bu alanda öncülerinden oluşu, barış ve evrensel insan sevgisi ile tüm ülkelere diplomatik bir “olumlu önyargı” ile bakmaya şartlanmış olması, her ağaç her bitki her insan ve her hayvana sevgi ile bakabilmesi, içinde yetiştiği toplumun dayatmalarına karşın kadın erkek eşitliğine yürekten inanması, yüzünü bilim ve teknolojiye dönerek her türlü hurafeden uzak durması, demokrasi ve hukuk devletine yürekten bağlı olması, ırkçılığa daima karşı çıkması ve bütün bunları şaşırtıcı bir bütünlük içinde bir maestro gibi yönetebilmesi, onu gerçekten herkeslerden ayrı ve özel bir noktaya koyuyor tarihte. 

Bu giriş bölümünün aksine, makaleyi tarihsel referanslar ve isimlerle yüklemeden size sunmak istedim. Cumhuriyetimizin 97. yılında, belki biraz daha genç Mustafa Kemal’in o kıvılcımlar saçan beyninde neler düşündüğü ve neler hissettiğiyle biraz daha özdeşleşebilmeniz için... 

O insan kendini nasıl yetiştirdi?

Büyürken o çocuk kafasında nelere dikkat etti, hangi öğretmeninden hangi bilgi veya tavırları beynine nakşetti? Askeri okuldayken, tarihi verileri kıyaslamalı bir çapraz sorguya alarak geçmiş yüzyılların en büyüklerinin hamlelerini ve bunların zamanlamasını nasıl içselleştirebildi? Her yurtdışına çıktığında, en çok nelere dikkat etti, kimlere imrendi, hangi yaşam tarzını en klas şekilde kendi topraklarında görmek için beyin kıvrımlarının en derin noktalarına nasıl kazıdı? 

Ya da gönül ferahlığını, cesaretini, o akıl almaz vizyonunu kimlere borçluydu, kimlerden esinlenip kendini o denli yüksek ideallerle donatmayı başarmıştı? 

Bugün dönemimizde “kurtarıcı” rolüne soyunmak isteyen ancak “takım oyunu” kavramından nasibini almamışların aksine, o insan seçebilme ve sorumlu noktalara yerleştirebilme, kadrosuna güvenme yetilerini nasıl o denli geliştirebilmişti? Cumhuriyetimizi, Kurtuluş Savaşı’nı da kazanmasını sağlayan o kadrolarla beraber kurarken, o sarsılmaz özgüvenini neye borçluydu? İslamın baskın olduğu topraklarda, ilk defa uygar yaşam tarzlarına bağlı, çağdaş, laik bir hukuk devleti modeli ve barışçı bir devlet anlayışını egemen kılacak model, onun o müstesna beyninde nasıl şekillenebilmişti? 

Kimlere rağmen neler başarıldı, düşmanlar nasıl hayran bırakıldı?

Üstelik bütün bunları, boynunda idam fermanı, her an kendisini tutuklama emri ile etrafında dolaşan görevlendirilmiş “arkadaşları”, yüzyılların köklerine dayanan din ve hilafet baskısı, Osmanlı İmparatorluğu’nun köhnemiş kalıntıları ve tüm saldırgan dehşetiyle bu söz konusu artıkları yutmaya hazır emperyalizmin çokuluslu ahtapot kollarının sinsi komplolarına rağmen başarmıştı Selanikli ebedi genç...

Her zaman kendisine yol göstermiş yerli yabancı düşünürlerden güç alarak, insan sevgisi kaynaklı barış tutkusuna sonsuz bir bağlılıkla...

Gün gelmiş kendi arkadaşları bile onun ideallerini anlamaz ve hazmedemez olmuş, gün gelmiş en büyük düşmanları ona duydukları hayranlık dolayısıyla, kendi gerçek hedeflerine olan tutkularından pek de farkına varmadan uzaklaşabilmişlerdi!

Gün gelmiş, ister Çanakkale Savaşı’nı analiz eden mağlup ülkelerin generalleri, ister devrimlerini ve kurduğu rejimin mükemmelliğini algılamaya çalışan devlet adamları, onun sürekli olarak beş-altı hamle ötesini görebilen satranççı zekâsını anlama veya taklit etme çabalarından vazgeçmişlerdi. Çünkü onu alt edecek kadar zeki olmasalar bile, onun seviyesini ölçebilecek kadar kültürlü ve objektif olabiliyorlardı. 

Üstelik bu, “insan” saydıklarımızı bir robot olarak değil, gençliğini, rakısını, aşklarını, şehvetini, arkadaşlıklarını, sırlarını, fıkralarını sonsuz sohbetlerde can dostlarıyla paylaşmış paha biçilmez bir zamane beyefendisi olarak gerçekleştirebilmişti. 

Üstelik, “imkânsız” gibi çok pratik bir kelimenin arkasına hiç sığınmadan... Bugünkü gençlerin anlayacağı dilden konuşalım: Mustafa Kemal’in bu çöküşten bağımsız ve evrensel dünyada parlayan, örnek yıldız oluşturacak bir Cumhuriyet kurmasının “iddia oranı” nedir denseydi, herhalde 29 binde 1 şans veren çıkmazdı, 1923 Türkiye Cumhuriyeti sonucuna...

Dolayısıyla bugün de hâlâ Atatürk’e ve en büyük eseri olan Cumhuriyet modelimize gıpta ile bakan sayısız yazar, tarihçi, devlet adamı ve sosyolog varsa buna kimsenin kalkıp şaşıracak hali yok! Atatürk, öyle muhteşem bir insan ki sözde “düşmanı” olması gereken yendiği ülkeler bile ona kıskançlıkla değil, hayran kalarak bakıyorlar, bugün bile...

70 yıl uğraştılar, yıkamadılar

“Bizler” ise artık sanki her anını bildiğimiz bu muhteşem yaşamda kendisini babamız, atamız ve sonsuz önderimiz olarak bağrımıza basıyoruz!

Artık Cumhuriyetimizin bir asrı devirmesi kapının eşiğinde. Düşünün ki ilk Büyük Savaş sonrasının en zor şartlarında hangi fedakârlıklarla kurulmuş bu dev eseri, yetmiş yıldır uğraşarak hâlâ yıkamadılar! Kıskananlar, ona savaş açanlar, sürekli iftira atanlar, tarihe tahrifat yapanlar, sabahtan akşama büyük önderle uğraşanlar, mirasını kurt gibi kemirip yok etmek isteyenler... Her biri pusu kurmuş, kâh bir meydanda kâh bir ekranda karşımıza çıkıyorlar, adeta hortluyorlar... O ise gençliğe armağan ve emanet ettiği Cumhuriyeti ne kadar sağlam temeller üzerine kurduğundan gurur duyarak yobazların, emperyalistlerin ve bölücülerin kuşatma operasyonlarına karşın, göklerden bizleri şefkat ve bir o kadar da dikkatle izliyor...  



Yazarın Son Yazıları Tüm Yazıları


Günün Köşe Yazıları